Bu ruhsuz ve somurtkan binalar, bu aceleci ve memnuniyetsiz insanlar ve vazifesine sadık bir görev adamı edasıyla hiç eksilmeden kulak tırmalamaya devam eden bu gürültü, neresi burası? Ve neden burada?

Daha önce buraya gelmiş miydi? Yok, hayır, gelseydi hatırlardı elbet. Bu kimseye ait olamayacak kadar kibirli mekan, aklında nahoş duygular bırakırdı elbet. Ufka uzanan ve zirvesi görünmeyen yapıların görüntüsü, sinirle karışık yükselen kornaların gürültüsü veya samimiyetsizliğin o keskin kokusu, illa ki bunlardan birini hatırlardı. Zihnini biraz zorladı, buraya gelmesinin bir sebebi olmalıydı. Biraz hava almak, yürüyüp kafa dağıtmak için gelinebilecek bir yer olmadığı aşikardı. Öyleyse ne? Buraya gelene kadar geldiğinin farkında değil miydi? Kaynağını bilmediği bir güç iradesini ele geçirip tüm akli melekelerini saf dışı bırakarak onu buraya getirmiş olabilir miydi? Tüm bunlar kafasında dönüp dururken bir yandan da etrafı ve insanları incelemeye devam ediyordu. Herkes ne kadar da bezmiş görünüyordu. Herkes ne kadar da pişmandı dünyaya gelişinden. Bu sonu gelmez yol, insanların mutluluklarını sömüren bir kara delik gibiydi adeta. Hayatının son demlerine merdiven dayamış biri için bu kadar huzursuzluk fazlaydı. Geri dönmeye karar verdiği sırada kendisine doğru yaklaşan üç-dört yaşlarındaki ufaklığı gördü. Çıkan gürültüye, berbat görüntüye ve kesif kokuya aldırmadan elindeki çikolatanın tadını çıkarıyordu. Bir anlığına çocukla göz göze geldi ve o an neden burada olduğunu anladı.