Yağmurlu, gök gürültülü ve karanlık bir gün… Su damlaları saçlarımdan el ele atlıyor. Dişlerim soğuktan birbirine vuruyor. Gözlerim başımın üstündeki kara bulutlara takılı kalmış, hafif buğulu. Biriyle göz teması kurup hislerimin çok küçük bir parçasını bile paylaşmak istemediğimden başım öne eğik bir şekilde vaktin gelmesini bekliyorum. Gördüğüm tanıdık yüzlerin hiçbiri bıraktığım gibi değil. Ben de zaten gittiğim gibi değilim. Değişim şart, değişim kaçınılmaz. Zaman akıp giderken peşinden sürüklüyor her şeyi; iyisiyle, kötüsüyle. İsterdim ki kalayım çocukluğumda. Bahçelerden erik aşırıp ceplerime doldurayım, komşuların zillerine basıp kaçayım. Büyüdük de ne oldu sanki? Tüküreyim şu zamanın çarkına. Kırılsaydı dişlisi de, televizyon karşısında uyuyakaldığımda güçlü iki kol tarafından sıcacık yatağıma götürüldüğüm zamanlar hep yanımda kalsaydı. Ne yazık ki bizden geçti artık. Keşkelerle yaşamanın kimseye bir faydası yok. Ancak isterdim ki geceyi acı acı bölen telefon sesi ölüm haberi verip ‘’Yatağımda iç sıkıntısından dönüp durmamın nedeni buymuş demek ki.’’ dedirtmesin. Dün gece hayatımın bir parçası kopup gitti benden. Hala inanamıyorum. Ben yaşadığım sürece o da yaşayacaktı sanki. Aklım almıyor, çıldıracak gibiyim. Yeryüzünün en kusursuz, en mükemmel insanı nasıl olur da şimdi sıradan biriymiş gibi tabutunda öylece uzanır? İnanmak istemiyorum. Keşke bu bir rüya olsa da uyandırılsam kan ter içinde. Maalesef ki her şey gerçek… Kanlı canlı insanlar, karşımda öğle namazını bekliyor. Hepsinin ağzında aynı laf: Çok iyi insandı rahmetli. İyiydi tabii ya! Hem de ne iyi, adeta kanatsız bir melekti. Abartma diyeceksiniz, inanın ki abartmıyorum. Tanısanız siz de aynılarını söylerdiniz onun için. Bugün cansız soğuk bedeni beyaz kefenle sarmalanmış bu adam, yaşamını her nefeste biraz daha azaltırken benimkine bir ömür kattı an be an. İmkanım olsaydı da verseydim ömrümün yarısını. En azından yarım ömür daha vakit geçirirdik aynı gökyüzünün altında ve biraz daha solurduk aynı havayı. Aslına bakarsanız daha azına da razıyım. Birkaç kez daha kahve içip muhabbet etsek karşılıklı... Ya da birkaç kez daha soğuk havayı koklasam yanında, yeter de artar bana. Bilmezsiniz değil mi soğuk havayı koklamayı? Ben de bilmezdim. Soğuk bir kış günü ondan öğrendim. Öğrendiğim andan itibaren de soğuk havalar depresyon habercisi olmadı bir daha bana. Her sabah perdemi mutlulukla açtım kasvetli günlerin başlangıcına, ağaçların yapraklarını dökmesi gibi dökmedim gözyaşlarımı. Çünkü her nefeste o da yanımdaydı. Buz gibi havada bile içi gülen gözlerinin sıcaklığını hissediyordum. Ancak ne yazık ki bu durum bana zarar vermeye başladı. Önce; yaptığım her şeyi görüyormuş, söylediğim her şeyi duyuyormuş ve kafamın içinde sadece bana ait olduğunu sandığım düşüncelerimi bile okuyormuşçasına hayatımı onun felsefesinin etrafında yaşamaya başladım. Keşke bununla kalsaydı, kalmadı. Beynim bana oyunlar oynayıp beni uçsuz bucaksız bir labirentin çıkışa en uzak noktasına bıraktı. Çok korkunçtu. Gerçek anlamda delirdiğimi düşündüm. Baktığım her yerde onu görüp duyduğum her sesi onunkine benzetiyordum. İlginçtir ki bunu kendi kendime aştım. Çünkü biliyordum: Çözüm bendeydi. Soframdaki tuzlukla bile oymuşçasına muhabbet ettiğim günleri geride bıraktım. Bilse ne çok gülerdi tuzluk yerine konulduğunu. Belki de hayatı boyunca eline tuzluğu her alışında bir anlık da olsa canlı olduğunu düşünürdü. Acı bir tebessüm yayıldı dudaklarımın uçlarına. Hangi hayatı boyunca? Kaç yıl yaşadı ki şunun şurasında? Çok erken gitti, çok. İliklerime kadar yalnız hissediyorum; tek başına, çaresiz… Haksız da sayılmam kendi çapımda. Tanıdığım andan itibaren sonsuz bir güvenle her şeyi ona anlatıp her duygumu onunla paylaştım. Bıkmayıp sabırla dinler, üstüne bir de anlardı. Ona karşı açık kitap gibiydim adeta. Suskunluğumdan bile paragraflar çıkartıp beni bana anlatırdı. Belki de bu yüzden ölümüyle benim de içimde bir şeylerin can vermesi. Öyle acı çekiyorum ki tabutun çivileri ruhuma çakıldı sanki. Birden kafama dank ediyor. Onu asla son yolculuğuna uğurlamayacağım. Çünkü o benim için ölmedi, sadece çok uzun bir yolculuğa çıktı. Biraz dinlenmesi gerek, ardından ben de gideceğim yanına. Gözlerimden sicim gibi yaşlar akıyor yanaklarıma. Ürperiyorum. Omuzlarım çökük, cami avlusunu terk ediyorum. Şu bakkaldan bir sigara alayım. Karşılıklı içeriz.