Günlerdir yoğun düşünceler içerisinde aynı şeyi düşünüp duruyordu sisli pencerenin önünde. Karıştığı için suçlu muydu? Öyle söylemişti despotçu bilir kişi. Kilisenin başrahibi el ayak pençe, karşısında yalvarıp yakarılmasını bekliyordu. Kendisi balçıktan çamurun içindeyken... Tüm günahları affeden Tanrı değilmiş de kendisiymiş gibi... Kendi Tanrı'sı bizim Tanrı'mız değilmiş gibi... Bunların dışında ortada bir genç vardı gazetelerin manşetlerine yansımayan. Delikanlı bir gençti, suçu neydi diye sorarsınız kendi yolunu çizmek.. Gelin görün ki umduğu gibi gitmemişti, can dostum dediği kişi tarafından kandırılmıştı. Üstüne bir suç atıp kaçmıştı can dostu. Sülalenin en ahlaksızları, adam öldürmenin işlediğini iddia ettikleri suçtan daha kutsal saydılar; onu kaderine mahkum ettiler. Böyle yaptıkları yetmiyormuş gibi onunla uğraşanları da ona iyilik edenleri de suçladılar. Vebalı gibi uzaklaştılar ondan, herkesin dilinde tek cümle: Biz yardım ederdik ama... Gerisini söylemeye gerek yok, sonrasında gelen her cümle bir umut öldürüşü olacak.
İlk araması, konuştuğu ilk cümle, utana sıkıla konuşması... Ulan bu adamın sesinden belli, böyle bir şeye yeltenmez o. Evet, siz haklısınız, hepiniz haklısınız, en ahlaklı sizsiniz, sizi yazın da gördüm kışın da gördüm. Merhameti sizden dilenmeyecek kadar gördüm.