İnsan kendine her baktığında başka bir özelliğiyle karşılaşıyor. Bu, önceden fark etmediği bir özellik mi yoksa bu zaman içinde gelişen bir değişim mi? Değişmek gelişmek midir? Gelişmek, sadece iyi anlamda kullanılırsa bazen hayır. Değişmek asla gelişmek olamaz. Dünyada sürekli değişen tek canlı insan olmalı. Gecenin karanlığından, sabahın temiz sularına… Bazen saniyeler içinde değiştirir kendini. İnsanın davranışları ve düşünceleri sıvı hâldedir. Bulunduğu ortamın şeklini alır. Tüm doğruları bir saymak ya da herkes için tek bir doğru olduğunu düşünmek nasıl saçmalıksa insanın var olma ihtiyacı duyduğunu düşünmemek o kadar saçmadır. Aslında düşünmek, mutlu bir beyin için intihardır. Hem de öyle bir intihar ki bu en acılısı, tahammülü en zoru! Bir duvarın önünde beklemek çok sıkıcıdır. Sıkılmaktan yorulmak yerine o duvarın arkasındakini öğrenmek için yükselmek daha mantıklı değil mi? Bakan gözlerin ışıktan sulanacağı bir yüksekliğe çıkıp oradan duvarın arkasını izlemek. Peki, oraya çıkıp bakmakla doyamadığını yaşamak? Yere düştüğünde çekeceğin acıya değecek mi? Birisi el verse? Ama herkesi geride bıraktın. Hafifleyip yükselmek için…

Gece rahat uyumak! Evet! Kimseyi ve hiçbir şeyi düşünmeden, köşelerini yontmadan uyumak. Mutluluk yok mu? O zaman geri dönmeyi düşün. Üstlerine basıp çıktıklarından daha dibe gömülebilirsin. En iyisi orada durup beklemek ve izlemek. Belki oradan taş atıp rahatsız etmek. Bu insanı delirten bir bekleyiş!

Umut var oldukça var insan. Umut ararken bile bulacağına dair bir umudu vardır. Bu belki de bir delilik. Yalnız kaldığında her insan delidir. Çünkü insan yalnızlığında kendisidir. O zaman ben deliyim diye etrafta dolananlar çok daha dürüst ve cesurlar. Cesaret önemlidir. Kişide yoksa onu almak için başkalarından çalar. Her gözünü açtığında güzellikleri kendisine boğar. Kendi gözünde sahte bir dünya var olur. Peki, o dünyada yalnızlık çekilir mi? Konuşup, ağlayarak kendini daha iyi hissetmek için boşlukta bir bedeni yoktan yaratmaya değemez mi? Karanlık gecenin yorgun sabahlarında… Kafatasının içine bir kalp koymak ve tüm iyi şeyleri bir güzelliğe bahşetmek! İnsan ne olursa olsun kendisinin üstünde var olacağı birisini buluyor, yaratıyor. Tüm gerçeklere arkasını dönüp kulaklarına haykırıyor. Gerçeklere gözünü kapatabilirsin ama gerçeklerden kaçamazsın! Onları ileri itebilirsin. Ne yaparsan yap, onlar yolun ortasında seni bekliyor olacak. Onlara selam vermeden yola devam edemezsin. Eğer hepsini yolun sonuna itersen onların ağırlığıyla önlerine düşersin. Tüm serzenişlerin boş! Sana çok garip görünen şeyler aslında çok normaller. Hayatta hiçbir terslik yok. Her şey olması gerektiği gibi… Eğer bir terslik olduğunu düşünüyorsan sende bir terslik var demektir. Sen ters yönde gidiyor olmalısın. Akıntıya karşı yüzüyorsun! Üzgünüm. Bir gün yorulup pes edeceksin ve başlangıca geri döneceksin. Ama yine de bir umut var. Dedim ya umut yoksa hayat da yoktur! Dedim ya! Her insan kendine bir gezegen yaratır. Kendi sınırlarında, kendi istediği kişilerle dolu bir gezegen; bazen çok sıkıldığı, bazen de hiç ölmek istemediği... Geceleri yalnızlıktan kuruyup çatlamış dudakları arasından, “O kadar sıkıldım ki ölemiyorum! Ölümün kendisi değil, ölümün hayatımdan daha sıkıcı olabileceği ihtimali korkutuyor beni.’’ sözleri uçuşup sabahın ışığında yanarak yok olur. Her gece ile sabah arasındaki küçük ama bitmek bilmeyen o boşlukta bu döngü tekrarlanır her şeyi göze alarak bir karar verilene kadar. Kendi gezegenin de oyun oynar sana. Gökyüzüne yağmur diye bakıp seyre daldığında yüzünde parçalanıp gözlerine saplanan en kıymetli şeyin, hayatın girdiği burun deliklerine dolan toprakla anlatır sana, bazen saklanıp beklemek gerektiğini. Taşları kaldırıp yerine koyup bir süreliğine dinlenmek ne güzeldir. Güneş ne güzeldir! Umut tohumlarını gözyaşlarıyla suladıktan sonra.