Kaybolmak zamanda, savrulup gitmek istemek, çok mu? Yok mudur insanın saçma bir anda takılıp kalmaya hakkı? Yok. Saçma bir diziye bağlanmaya bile yok. Ne olursa olsun hayatın içinde kalmalısın, bu akışta kalmalı. Mutlusun veya değilsin; önemi yok ki zaten bunları yazdıran da mutluluk ertesi durumudur. Bilmiyorum var mıdır literatürde bu ama ben böyle tabir ediyorum. Hele bir de melankolik bir şarkıyla birleşirse bu ruh hali vay haline. Gittiğin yerde tutunacak bir şeyler aratır insana. İşte bu yüzden seviyorum galiba yalnızlığı; tamam tamam yalnızlıktan kurtulamıyorum da diyebiliriz. Bir şeylerden uzaklaşmak ya da ayrı kalmak zorunda olmadan yaşamak işime geliyor diyelim. Ama nereye kadar bilmiyorum. Gelecekten umudum var diyelim. Hiç okunmayacak şeyler yazdıran da bu umut değil mi zaten? Şimdi kendi kendine konuşanlardan ne farkım var? Ya da kalemle kağıt mı insanı akıllı yapan? Bak normal de demiyorum. Çünkü akıllılıkla deliliğin arası yok. Ya kendi kendine konuşan bir delisin ya da içindekileri kağıda dökebilen bir deha. Ben mi? Ha, ben ikisini de olamadım. O ikisi arasında savrulmaktayım hala. Deli olmayı tercih ederdim desem abartmış olmam sanırım, bilmiyorum. Nereden nereye geldik? Yine hayat deyip geçeceğim. Kolayıma geliyor. Bilmiyorum kaçmak, kurtulmak demek değil ama kurtulmak istediğimi kim söylemiş belki de ben kaçmayı seviyorum. İlla birinin kovalamasına da gerek yok hem. İçimizdekinden fazlasını da yazmanın manası yok.
Güzel günlerde yanımda güzel insanlar varken yanlışlıkla şu notlara girip bunu okuyup güleceğim zamanların umuduyla... Devrik bitirdik. Neyse, başlarken de devriktik. Güzel günlere...