Sabahın erken saatlerinde kendini dışarı atacak önemli bir nedeni vardı. Uzun zaman sonra bir şeyler yapabilecek olmanın heyecanı ve tatmini içerisindeydi. Genç yüreği umuttan bir balon olup şişmiş, göğsüne sığmıyordu. Yıpranmış ayakkabılarını giyip eline aldığı naylon poşeti cebine sıkıştırırken, sabahın temiz havasını soludu. Çakıllı yola çıkıp evlerinin az aşağısında bulunan ahırı geçti.

"Güzel bir gün." diye şakıdı yüzündeki sırıtmayla. Ağaçlar daha bir yeşil geliyor, kuşlar kulağına şarkılar fısıldıyordu. Yaz güneşinin sararttığı tarladaki otlar, altın gibi parlıyordu gözünde. Hani, çocukluktan çıktığını düşünmese hoplaya zıplaya devam edecekti yoluna.


Toprak yol, önünde yılan gibi kıvrılıp bükülüyor, mesafesinin uzunluğunu hatırlatıyordu. Zararı yoktu. İçine dolan enerji, dünyayı yedi kez dönmeyi vadediyordu ona. Hem vakti de vardı zaten. Her adımında cebinde hışırdayan poşetiyle sık adımlar atarken neşeli bir ıslık oturttu dudaklarına. Biraz ileride köyün sürüsünü ve başında duran çoban Hikmet'i gördü. Esasen pek hazzetmediği bu adama sunduğu içten tebessüm, kendisine şaşırmasına sebep oldu. 

"Kolay gelsin Hikmet ağabey!"

"Sağ olasın Mustafa'm." diye yanıtladı adam. Yüzünde Mustafa'nınkine eş bir gülümseme vardı. Sevincini paylaşıyor gibiydi. 

"Gözün aydın!" diye de ekledi. Mustafa, çoban köpeğinin başını okşayıp sürünün içinden sıyrılırken, iyice genişleyen tebessümüyle teşekkür etti çobana. Umut dedikleri şey bu olsa gerekti. Şu adama bile sarılası vardı. Gözünün önüne pembe bir sis inmiş, bulutlar ayakları altına serilmişti. Sarhoş gibiydi adeta. Mutluluk sarhoşu...

"Şükürler olsun." dedi kaçıncı kez dediğini bilmeden. Üç ay boyunca çektiği ızdıraptan sonra gelen bu şükür hali, rüya gibiydi. Ona yıllar gibi gelen bu süre boyunca bir camın ardından makinelere bağlanmış babasını izlemişti. Elinden hiçbir şey gelmemiş, yalnızca günde bir kez babasının elini tutup yanında olduğunu fısıldamıştı bol bol. İyileşmesi için yalvarmıştı. Kendisine dev gibi güçlü ve yıkılmaz gelen görünen bu adamın, hasta yatağında ufalıp küçülmesi tüm umutlarını söndürmüş, hayatındaki renkleri soldurmuştu.

Ama sonunda babası gözlerini açmıştı! Bir gün halası tarafından zorla eve gönderilmiş, ertesi gün erken saatlerde hastaneye geldiğinde babasını normal odada bulmuştu. Bayram havası estirmişti tüm hastanede.

O günü hatırlayınca yüzüne yapışmış gülümsemesi iyice yayıldı. Az ileride yolun kenarında kümelenmiş kızılcıkları gördü. Bütün yolu bunlar için tepmişti işte. Adımlarını yavaşlatıp kırmızı kırmızı parlayan bitkiye yaklaştı. Babasının kızılcık şerbetini ne çok sevdiğini iyi bilirdi. Halasından öğrendiği gibi bunları bir güzel kaynatacak, süzecek ve bugün en nihayetinde eve gelecek olan babasına sunacaktı. Bir hevesle toplayıp poşetine koyduğu kızılcıklara, ardından da lekeli ellerine baktı. Kırmızı... Bu renk ona artık damarlarında coşkuyla akan kanının rengini hatırlatacaktı. Yapacağı işin bilincinde, geldiğin yoldan yavaş yavaş evine doğru yola çıktı.