Çalma listemden karışık çalan şarkılar arasında çıkan ve çok eskiden dinlediğim şarkıları ismine bakmadan baştaki on saniyelik ezgisinden hatırlamaya çalışıyor, hafızamı zorluyordum. Belki de hafızamın böylesine kuvvetli oluşu benim bu zorlamalarım sonucu ortaya çıkıyordu. Kim ilk bakışta bir telefon numarasını öğrenir ve hatırlar, bir plakayı haftalarca aklında tutar, arkadaşının kimlik numarasını ilk görüşte öğrenir, kim alakasız birinin tüm akrabalık bağlarını hatırlar? Ben tabii ki... Çevremde böylesine hafızası olan kimseyi görmediğim için kendimde bu durumu garipsiyorum açıkçası.
Belki işime yarıyor ama yine de her şeyi fazlaca detaylı hatırlamak çok iyi değil kanımca. Bazen insana "unutmak" büyük bir hafiflik veriyor. En güzeli de acıları, kötülükleri, üzüntüleri unutmak. Hafıza denen mekanizmanın kuvveti, acıların kuvvetinden ağır bastı mı o zaman ruhun bütünlüğünü koruma sistemini tamamlamış oluyoruz.
Bazen de unutmamız gereken "şey" bize aslında bütünüyle hafızamızı kaybettirir ama o "şey"i asla unutamayız. Ket vurur diğer anılara, yaşantılara, sevinçlere, üzüntülere; umutlarını söndürür insanın. Bir tek kendisi kalır tükenmek bilmeyen ama sınırlarını her şarta rağmen zorlayan hafızamızda.
Hafızamı zorladığım anda umutlarım da yeşeriyor. Yaşadığım hiçbir anıyı, neşeyi, huzuru, kederi, elemi; bildiğim hiçbir bilgiyi, adresi, numarayı, bağları unutmak istemiyorum. Onları "Acaba neydi?" sorusuyla hatırlamaya çalıştıkça umut doluyor, kederlileri hatırlasam bile bir işime yarar umuduyla deşiyorum hafızamın derinliklerini. Zaten insana unutmayı da umutlanmayı da anılar vermiyor mu? Anılar hafızamın bir köşesinde unutulmaya mahkum kalırken gelecek fikri de o anıların hatıra gelmesiyle oluşuyor.
Hafızamın gücüne hayranım, hatıralarım iyi de olsa kötü de.