Birini sevmiyorsan, onu sevgisizliğinle sınamaktansa, dönüp gitmek doğru olandır diyordum. Ama keşke sen doğrusu nedir, yolu yordamı nedir bilmeyen bir çocuk olsaydın. Keşke karşımdayken dahi beni görmeyen o adam olarak kalsaydın.
"Madem beni istemiyorsun, beni her seferinde daha önce yapmadığın bir şekilde yakıyorsun ve her seferinde tekrar yakabilecek kadar büyük bir ustalıkla söndürüyorsun; madem ben uğruna savaşmaya, çabalamaya değmem, madem ki hiçim ben; öyleyse niçin hâlâ defolup gitmiyorsun?" diye ağladığım günü unuttum. Beni hastalıklarda, sabaha çıkamam diye korktuğum ağlamalarda ve bilinmedik yolların ortasında yalnız bırakışını; gitmenin doğru, kalmanınsa ihanetten sayıldığı bir hikayede "neden böyle oldu?" diye sayıkladığım geceleri unuttum. Unuttum ben, senin uzaktan bile içinin kırık camlarını nasıl kustuğunu ve parçaların beni kesmesinin seni pek alakadar etmediğini.
İnan şimdi belleğimde yalnız güzel sözler, dost bakışlar ve dudaklarının tenimde buğulanan izi var. Şimdileri senin dahi yitirdiğin ilhamın, sevdiklerini kollama tutkun var aklımda. Hatta beni, ortak geçmişimizi, sende uyandırmak istediğim duyguların gerçekliğini yok sayarken bile ne güzel oluşun o şubat sabahında. Yine gel, ben senin katilliğinin maktulüyüm. Yine gel çünkü hangi katil, katil olabilir; maktul olmasa? Olmasaydım ben, sen doğar mıydın yine temmuzun ortasında? Ben kırılmamışsam eğer sen kırmış sayılmayacaksın; ben olmasam kaybeden; kime, neyi kazanacaksın? Gel, hükmen ebedi galibim; hiç yoktan seslen bir kez de yaşamak nedir duyayım. "Doğru yol gitmektir" dedim ya ben; öğrendim ki doğru, bir çaresi olanlar içindir.