İfade edilmemiş duygular asla ölmez, yalnızca diri diri gömülür 

ve sonradan daha korkunç şekillerde tezahür ederler.

Sigmund Freud


*

GİRİŞ


Beş Sene Önce, 2017

Kararmış bir kutuyu andıran metruk ev; insanın zihninde, bu fırtınada nasıl yerle yeksan olmadığı sorusunu doğuruyordu. Şimdiye kadar çoktan kökünden kopup havalanmalıydı fakat gecenin meşumluğuna ayak uydururcasına orada öylece dikiliyordu. Mahalle sakinleri bu ıssız evin yakınlarında yaşamanın yanı sıra, o vakur sahibiyle aynı kaldırım üzerinde yürümekten dahi rahatsızlık duyuyorlardı fakat kimse bunu dile getirecek kadar canına susamış değildi. Çünkü civardaki herkesin ortak bir fikir iskeleti vardı, ara sıra evine gelen bu adamın hasta ve kademsiz oluşuydu. Hakkında pek bir şey bilinmemesine karşın annesinin birkaç yıl önce o evde öldüğü söylentisi herkesin kulağına ulaşmıştı. Ölünün çıktığı eve uğursuzluk girer derdi mahalle sakinleri. Bu yüzden çocuklar sıkıca tembihlenirdi, olur da evin bahçesine topları kaçarsa almaya kalkışmasınlar diye. Sıvası gözüken eve hiç dokunmamasına rağmen genelde onu hummalı bir biçimde bahçeyle ilgilenirken görürlerdi. Psikolojik bir rahatsızlığı olduğunu biliyordu herkes. Bu yüzden kimsede onunla iki kelime edecek cesaret yoktu. Ön yargılarla ablukaya alınmıştı ev.

İnsanı tutup öteye fırlatacak güçteki fırtınaya bir de gaddar yağmur eklenince ıssız sokaklardan, evinin güven verici duvarlarına sığınabilmek adına koşan tek tük insan da ortalıktan kayboldu. Ve sokakta terk edilmişlik başkaldırdı.

 

İri damlalar ihtiyar evin titreyen penceresine çarparken karanlığa gömülmüş evin içinde bir hareketlilik oldu. Bedenini zar zor sığdırabildiği, ağırlıktan içine çökmüş kanepede yatan genç adam yavaşça doğrulup oturur pozisyon aldı. Çıplak ayaklarının soğuk zemine teması, adamın içini koca bir bardak buzlu su içmişçesine rahatlatmıştı. Sızlayan göz kapaklarını susturabilmek umuduyla avuç içlerini bastırdı. Ama işe yaramıyordu. Rutubet kokan odaya derin bir nefes bahşetti.


Sinirli ve gergindi, üzerine kara bir bulut gibi çöken bu rüyalardan nefret ediyordu. Kendisini güçsüz ve kapana kısılmış hissediyordu. Senelerdir karşı koymayı bir türlü başaramadığı bir güçle boğuşuyordu. Aslında bu gücün kendi içinde yattığını ve yalnızca dinamik bir duygudan ibaret olduğunu anlaması bile üç yılını almıştı. Hiçbir zaman duygularla arası iyi olmamıştı. Her şeyin somutluğuna inanan materyalist kişiliği, soyutluktan doğan duyguların gücüne her seferinde daha çok şaşırıyordu. Zahiri olmayan bir içsel duygunun bedeninde görünür bir tepkiye dönüşmesi, bozguna uğratıyordu onu. Öfkelendiğinde şakaklarında atan güçlü nabız, en dibe vurduğu zamanlarda gözlerini ıslatan o yenilgi ve heyecanlandığında göğsünü sıkıştıran o genişlik, hâlâ yabancı geliyordu bütün bu tepkiler. Bu yüzden az önce gördüğü rüyanın içinde bıraktığı kargaşa, kendisine olan öfkesini kamçılıyordu. Şu anda orada olduğunu biliyordu ve yine kendisine yenik düşerek yanına gideceğini de biliyordu. Böyle zamanlarda kendisini taşımakta zorlanan bu bedenin içinde ezilen ruhu, yok yere bu işkenceleri çekiyor gibiydi. Kendisiyle verdiği kavgalar tükenmek bilmiyordu. Yorulmuştu artık.


Üç gündür uyuyamamanın verdiği bitkinliğe tezat düşecek çevik bir hareketle ayağa kalktı ve karanlıktan rahatsızlık duymayarak ilerledi. Göremese de zihninde canlanan bir başka kapıyı açarak içeri geçti. Burası çok daha küçük ve izbe bir odaydı, yatak denemeyecek kadar yıpranmış çekyatın yanı başında duran tek kapağı kırılmış dolaba elini daldırdı. Üzerine siyah bir kazak geçirirken annesinin bu dolabı ne kadar sevdiğini düşünmekteydi. İçi burkuldu. Yıllar geçmiş olmasına rağmen hâlâ evin her köşesinde onun kokusunu duyabiliyordu. Her köşede birkaç tarçın kabuğu bulmak mümkündü.

Koltuğun üzerine fırlatılmış ceketi tek hamlede sırtına geçirdi ve kapüşonu, alnının tamamını örtecek biçimde kapattı. Uyumadan önce yere bıraktığı çoraplarını da hızlıca giydikten sonra kendisini evden dışarı attı. Anahtar alma gereği duymuyordu çünkü küçük bir baskıyla kapı zaten itirazsız aralanacak gevşeklikteydi.

  

Gecenin karanlığıyla raks eden kendi karanlığı, böylesine boğucu havalara olan uyumunu kanıtlar nitelikteydi. İstanbul, yine kendisine yakışmayan kalın bir kasvet giymişti üzerine. Asfalta damlayarak kaldırım kenarlarına süzülen birikinti, sokağın tüm pisliğini de peşinde sürükleyerek yol boyunca akıp gidiyordu. Birkaç saniye içinde iri darbelerin altında sırılsıklam olmuştu. Gideceği yerin yakın olmasıyla kendisini avuttu ve olabildiğince çabuk varmaya çalıştı. Yalnızca birkaç dakika sonra, adımlarını sakinleştirerek uzun sokağın kenarından sağa saptı ve büyük bir binayla karşılaştı. Ön girişin bu saatte kilitli olduğunu bilen genç adam, tereddütsüz bir şekilde yanında birkaç çöp konteynerinin durduğu kapıya yürüdü. Konteynerin altına gizlenmiş bir kedi, yaklaşmakta olan heybetli insanın korkusuyla saklandığı yerden fırlayarak duvarların arkasında gözden kayboldu. Genç adam neyin kaçtığını göremese de sesten dolayı irkildi. Başının ağrısı gitgide şiddetleniyordu. Öfkeyle söylenerek ağır kapıyı kuvvetlice çekti. Hoyrat rüzgârların yuttuğu, rahatsız edici bir gıcırtı duyuldu. İçeri girer girmez kalın bir toz tabakası adımlarının arasından havalanmıştı. Garip bir koku vardı. Tavandan damlayan suyun sesi kapıyı ardından çekince daha da netleşmişti. Dışarıdan gelen aydınlık kaybolunca depoya perde gibi zifiri bir karanlık çekildi. Rahatlar gibi oldu bir an. Karanlık, tüm kusurlarını örterek gizlediği için kendisini hep rahatlamış hissettirirdi. Hayatı boyunca maruz kaldığı yargıların yükünü, karanlığa gömüldüğünde hafifletebiliyordu. Kimse onu görmüyor ve bunun sonucunda onunla ilgili yanlış kanılara da kapılamıyordu.


Üşüyen ellerini cebine sıkıştırıp ezbere bildiği deponun çıkışına doğru yürüdü ve loş koridora adımını attı. Algıladığı ilk şey, süregelen boğuk vurma sesi ve bu gürültüye eşlik eden hırslı iniltilerdi. Gecenin bu saatinde buraya girmek yasaktı. Fakat adam karşılaşacağı manzarayı tahmin edebiliyordu. İçten içe reddetse de burada olmasının asıl sebebini çok iyi biliyordu. Artık gururu, bu gerçeği sineye çekmeyi başarabiliyordu.

 

Sessizce koridor boyunca yürüdü ve salona açılan aralık kapıdan, bir hayalet gibi süzüldü. İstediğinde, karşısındaki insanı sağır olduğundan şüphe ettirecek kadar sessiz hareket edebiliyordu. Göze batıp mimlenmemek için küçükken edindiği bir huydu. Ruhu dahi duymuyordu kimsenin, tıpkı köşedeki kum torbasına minik darbeler indiren kızda olduğu gibi. Genç adam, bu sefer sessiz olabilmek için bir çaba sarf etmedi. Görüş açısından çıkarmamaya dikkat ettiği kız, kendisinin adım seslerini duyamayacak kadar konsantre olmuşa benziyordu. Öyle ki buradan bile suratını bulamış hırs rahatlıkla görülebiliyordu.

 

Kızla arasına ringi alarak sırtını döndü ve sanki bunu her gün yapıyormuş gibi bir rahatlıkla dar merdivenlere yöneldi. Küçük locaya çıkıp yan yana dizilmiş sandalyelere doğru ilerledi ve yavaşça oturdu. Başındaki kapüşondan kurtuldu ve gece kadar karanlık saçlarını, üzerindeki nemi savuşturmak istercesine süratlice karıştırdı. Fersiz bakışlarını, çiğ bir ışıkla aydınlanmış genç kızın üzerine çivilemişti. İçindeki fırtınaların aksine, suratında hiçbir duygu devinimi bulunmuyordu. Uzun gür saçlarından başlayarak giydiği eski eşofmana kadar bir şey bulmayı amaçlar gibi defalarca inceledi kızı. Görmek istediği kişiyi aradı onda. Fakat yine başaramadı. Kendi ağırlığının üç katı olan kum torbasına indirdiği biçimsiz yumruklardan suratına oturmuş öfkeyle harmanlı hırsa kadar abisini andırıyordu.


Birden midesi kavruldu. Göğsündeki garip dalgalanma, içinde huzursuz bir yeri kımıldatmaya yetmişti bile. Zihin duvarlarına hatıralar yansımıştı yine. Aynı duyguları yeniden yaşıyormuş gibi hissetti. İhanetin verdiği düş kırıklığı, acı ve kaybetme korkusu yine varlığını sezdiriyordu. Kendisine engel olabilmek için ellerini sıktı. İçinde muazzam bir dürtü kabarmıştı. Bir hışımla merdivenleri inerek kızın karşısına dikilmek ve tüm gücüyle sarsmak geçmişti aklından. Söyleyemediği, yuta yuta içinde bir tümör gibi yer edinen onca sözü suratına haykırmak istemişti. Ama iki senedir yapamadığı gibi şu anda da yapamayacağının farkındaydı bunu. Herkes bir şekilde hayatına devam etmişti, olan sadece ona olmuştu. Dudağının kenarında birikmiş alayla, acı acı gülümsedi. Hem acıyordu hem de gülüyordu bu hâline. Sıktığı ellerini gevşetti ve bir süredir tuttuğu nefesi sakince üfledi. Hâkimiyetini tekrar sağladığını hissedebiliyordu. Oturduğu ilk andaki kadar ifadesizce, kızı izlemeye devam etti.

 

Her vuruşuyla çıkan boğuk ses, azalmak yerine gittikçe artıyordu. Tek başına olduğunu sanarak kontrolsüzce, "Yeter," diye sayıklamaya başlamıştı kız. Sanki farklı bir yerdeymiş gibi kör gözlerle bakıyordu etrafa. "Yedi yaşındaki o kız değilim artık ben. Böyle vuramazsın bana. Hakkın yok."


Hiddetli sesi tüm binada yankılanmıştı. Adamın boğazına bir yumru oturdu. Gözlerinin önünde, kendisiyle savaşan biri vardı. Çaresizliği ve üzüntüsü, her hareketinde okunabiliyordu. Yanına gidip teskin etme arzusuyla doldu. İçinde kabaran bu yoğun duyguyu tanıyamamıştı. Kız, son bir yumruk daha geçirmek için ileriye atıldığında ayağının takılmasıyla dengesini kaybetti ve sertçe dizlerinin üzerine yuvarlandı. İki yanından devrilen uzun, telve rengi saçları suratını gizlediği için oradaki enkaza tanık olamamıştı adam. Ancak kedi miyavlaması gibi yükselen hıçkırıklar bir ayna gibi yansıtıyordu ızdırabını.

Ağlayan insanlara tahammül edemiyordu fakat şu anda ona rahatsızlık veren onun ağlıyor oluşuydu. İlk tanıştıkları anı anımsatmıştı ona. Elinde tuttuğu ölü kelebeğe bakarak ağlayan küçük bir kız zuhur etmişti gözünün önünde. Sonunda göğsündeki o yoğun duyguyu tanıdığında bu rahatsız edici hakikati bastırmak ister gibi hışımla ayaklandı. Hâlâ böyle şeyler hissediyor oluşu buraya geliş nedenini bir tokat gibi suratına vurmuştu. Ne yapıyordu? Kendi hayatını ondan haberi bile olmayan birisi için heba ediyordu. Çok sular akıp gitmişti köprünün altından, neden hâlâ kabul etmiyordu olanları? Neden onu görmeye geliyordu hâlâ?

Görmediğini bilmesine rağmen hıçkırarak eldivenlerini çözmeye çalışan kıza mızrak fırlatır gibi bakışlar attı. İçten içe kendisine olan öfkesini ondan çıkarıyordu. Yorgun bedenini taşıyarak merdivenleri inmeye koyuldu. Tıpkı geldiği gibi, sessizce aralık kapıya doğru süzüldü ve hızlıca loş koridora çıktı. Sert zeminle buluşan aynı sertlikteki adımların eşliğinde depoya açılan kapıya varıp ses çıkmasını önemsemeden içeriye girdi ve arkasından iterek kapattı. Aniden aydınlanıp tekrar karanlığa gömülen odada bir süre soluklandı. Ardından fırlatırcasına dışarıya attı kendini. Koparak düşen bilekliğin eksilen ağırlığını fark etmemişti bile.

  

Sokaklardaki kiri temizlemeye yemin etmiş olan yağmur, mermi gibi düşüyordu kaldırımlara. Demir kapıyı neredeyse tekmeleyerek kapatınca nahoş bir gürültüye sebep oldu. Ancak yağmurun tamahkâr serenadı kolayca yutmuştu bu gürültüyü. Bu kadar şiddetli yağan yağmurlar, gökyüzünü kuzguni bir siyaha boyuyordu hep.


Hâlâ çatık olan kaşlarını, sigarayı dudaklarına kondurup rüzgârdan ötürü bin bir zorlukla yaktıktan sonra derin bir nefesi ciğerlerine doldurduğunda gevşetebilmişti. Gecenin kadifeliğine kendisini kaptırıp ıssız sokakta usulca ilerlerken bir yandan da telaşsızca sigarasını içmeyi sürdürdü. Normalde evine girdiğinden emin olana kadar izlerdi onu. Fakat gözünün önüne gelen o küçük kız, bastırabilmek için yıllarını verdiği o tozlu duyguları titretmiş, bir nevi korkutmuştu onu. Hissettiği korku da öfkesini körüklemişti çünkü hâlâ bu korkuyu yaşayabiliyor olması oldukça gülünç ve zavallı bir durumdu. Üstünden iki yıl geçmişti üstelik. Her şey geçmişin gölgesinde kalmıştı. Kendi zayıflığına kızdı.

Köhne evine geri döndüğünde bile kızın rahatsız edici hıçkırıkları, arşınlanmış zihnine çarpa çarpa yankılanmayı sürdürüyordu. Huzursuz gece, göz kapaklarında toplanarak ağırlık yapan uykudan yine bir pare bile olsa bahşetmeyeceğe benziyordu. Sessizce yemin etti adam. Bir daha onu görmeye gitmeyecekti.


Yaşanılanlar, rafa kaldırılıp unutulan bir kitap gibi telef edilmek zorundaydı. Adamın hatırladığı için çektiği ızdıraba kadın, unuttuğu için yakalanmıştı. Ama artık anlamıştı: unutmadığı takdirde kendisi telef olacaktı.


*


Şayet birileri bunu okuyorsa merhaba! Feyza ben, yukardaki yazı da henüz bir hafta önce çıkmış olan ilk romanım Unutulan'ın giriş bölümü. Daha önce hiç internette yayınlamamış olmamın verdiği gerginlik ve heyecanla kitabımın minik bir kısmını burada paylaşmaya karar verdim. Nitekim diğer 2 bölümü de -yayınevimden izin alarak- yakın zamanda buraya koymuş olacağım. Birileri okur mu hiç emin değilim ama denemekte fayda var. Belki okuyan ve merak eden biri olur, ne güzel olur. Şimdiden buraya kadar okuyanlara çok ama çok teşekkür ederim!

30.10.22

20.16