Gözlerinde boğulan bir deniz var
Gölgesinde puslanan pırıltar
içimde gri tarlalar sular
çiçeklere boyar sandığını dargınlıkların
bir de sanılmadığı kadar
kırıldıklarım var.
Topraklar yiyor suları
Aşıp gelerek masmavi dağları
Süleyman'ın renklerine boyuyorum
o koyu hüzün rengi tarlaları
yükleniyor omuzlarıma
kurulmamış saatlerin günahı
Kırılıyor köhne dükkanın birinde bir çerçeve
İçinde gün batımında bir eflak arabası
etekleriyle güneşi toplayıp gidiyor bir kadın
Resmin bir yerinde kağnının inatçı yarası
Nerelerdeydin sahi?
bir çocuk okuyor hece hece, olmayan bir sesi
bir çiğ düşüyor mütemadiyen bir yapraktan
koynunda sırlandığın o yorgun geceleri
bir bir tanıyorum soğuk uğultusundan
Fakat artık geç kalmış bir gündür batan
naraları savruluyor yere
kimse tarafından duyulmadan
"bir gün doğacağım,
yaralarınza sarılmaya fırsat bırakmadan
ayıltacağım hepinizi
tek
tek
kör uykulara dalmadan"
Bırakıp gittiğin günden beri mevsim
unutmuyor içinde masallar taşıdığı çantayı
yanıltmıyor son polenlerini ilkbaharın
zerresinden tanıyor olsa da o ılık rayihayı,
kokluyor her bir dalından
sinesinde açtığı o mahzun yarayı
Değiştim hasılı, geliştim toprak gibi
acıtmadan döküyorum şelalelerimi
şehvetle alırken içine ayrılık kadehleri
-göğsünde yalnızlıkların görünmeyen dibi-
Şimdi, ortasında, solgun bir sabahın
pılını pırtını toplayıp gittiğini
rahatlıkla
söyleyebilirim
Diyebilirim
unuttum
ne varsa sana dair.