Büyüdüm ben

Çok büyüdüm

Babamın acı çekmesin diye vurduğu

köpeğimin mezarında boy veren

turuncu çiçeği

seviyorum şimdi.

Sen gitmeseydin seni sevecektim.

...


Olur ya pişmanlığın köpekleşmiş sadakati çökerse göğsüne, yola düşmenin hasreti ile hasbelkader gelme fikri hasıl olursa içinin bir köşesinde, haber ver.


Müsait olmayabilirim. Saçlarım ıslaktır, traşım gelmiştir, ayakkabılarımı tamirden almamışımdır çıkamayabilirim.


Dolapta temiz kıyafet, cebimde yol parası kalmamıştır, gelemeyebilirim.


Bir iş çıkışı saatidir hele hiç gelemeyebilirim. Çünkü katilidir bu trafik, en güzel aşk zamanlarının.


Olmaz ya, tut ki geldin varsayalım.


Ama sakın konuşmayalım, sessiz olalım.


İlla konuşacaksak, susarak konuşalım.


Eller, yüzler, gözler, yanaklar, kaşlar, kırmızılıklar, pembelikler, titreyişler, irkilmeler, üşümeler yanmalar konuşsun.


Mesela bardaktaki çayın buğusu, gözlerdeki buğuya göz kırpsın, utanmadan sıkılmadan aşkını ilan etsin.


Mesela bir kitap sayfasının sesi, bir çay kaşığının şıngır şıngır sesine merhaba desin. Halini hatırını sorup sarılsın kırk yıldır görmemiş gibi.


Biz susalım, dizlerimiz birbirine dokunup dokunup kaçmaya çalışırken. Tepemizde yüzümüzü yakan lamba konuşsun mesela. Bir düğmeye basmaya bakar değil mi karanlık, ya da bir terkedişe...


Duvardaki saatin tik takları, şehirde akan bu deli kalabalığın zamana yetişme telaşıyla panik yapsın. Akrep yelkovana, yelkovan saniyeye, saniye gelsin suratıma en okkalı tokadını çarpsın. Zincirleme bir ayılma kazası yaşansın, yalnızlık otobanında mesela.


Mesela pencerelerdeki lekeler utanarak itiraf etsin, manzarayı görmemizi istemediğini. İsteyebilir bunu sorgulayamayız. Hem bizim suçumuz değil penceredeki kir hem de pencereye de laf edilmez şu zamanda.


Garson masaya çayla birlikte, maaşını alamama telaşını da bıraksın, bıraksın ki bir an da olsa yemesin içi içini. Evinde çocuğunun başını okşama saadetini taşısın cebinde, tirbüşonun misali.


Hasbelkader gelirsen ve oturursak bir çay içimi, susalım. İlla konuşacaksakta susarak konuşalım.


Mesela tramvay zilleri konuşsun bizim yerimize. Yoldan gidenlere değil, yoldan çıkanlara çalsın bu kez. Selam verircesine. Her şeyi yolunda gidenler, zili kulaklarının dibinde de çalsan anlamazlar çünkü yoldan çıkanın hayat kırıklıklarını.


Merdiven trabzanlarına tutanarak çıkanlar, alıp verdikleri nefeste o trabzanın payını unutmasınlar ve teşekkürü bir borç bilsinler mesela. Zira nezaket trabzanların da hakkıdır. Evet trabzanlar konuşsun bu kez kimsenin onlara teşekkür etmediği üzerine.


Biz susalım mutlaka. Avuçlarım terlerken soğuk soğuk, parmaklarım hangi parmak aralığına gireceğinin telaşını yaşarken, mesela şu arkandaki kapının ağır gıcırtısı, söylediği kısa şarkıda nota kaçırsın ve umurunda olmasın. Kaybolan zamanın, kaybeden dışında kimsenin umurunda olmaması gibi.


Mesela şu karşı masadaki kadının adama aldığı hediye paketinden gençliği çıksın, ambalajı gıcır gıcır, üzerine cuk diye oturan. Oracıkta giysin adam üzerine hatalarını, yeniden ve pişmanlık duymadan.


Gelirsen mutlaka ama mutlaka susalım.


Şarabın şiirin üzerine etkisini biz niye konuşuyoruz ki hem, benim gözlerimin altı gibi çizik çizik kadehler konuşsun bu derin mevzuyu da. Ben ne anlarım şaraptan. Şiir desen üç kelime tutamam altı delik torbamda.


Mesela devlet meselelerini konuşsun şu mermer sütunun üstünde pinekleyen kediler. İnsanoğlu bitirememiş bir de kediler denesin ne çıkar. Belki de insanlığın kurtuluşudur bu miyavlamalar.


Ah kimse sormuş mu şu şöminede yanan odunun ne hissettiğini? Bırakalım o konuşsun. Çatır çatır anlatsın, dallarını nerede bıraktığını, yapraklarını nereye döktüğünü ve yanmak gibi bir arzusu var mıydı hiç, içi üşüyenleri ısıtmak adına?


Biz susalım. Büyüdüğümüzü yedi düvele ispatlamak istercesine susalım. Bunu yaparken sakın ha unutmayalım içimizdeki çocuğun bastırılmış, özgüvensiz varlığını...


Ve söz verelim ona. "Söz ilk seni çıkaracağım unutulmuş çocukluk parkına"