Bir yıl kadar önce sıkıntı verici günlerimi geçirdiğim çardakta oturuyorum. Saat sabaha karşı üç. Aşağı yukarı. Bu yazıyı bitirdiğimde biraz geçmiş olur. Neyse.

Anlatacak spesifik bir durum yok. Hayat bir sürünceme ve devam ediyor. O zaman da öyleydi, bundan sonrasında da farklı olmayacak. İnkar edilemez bir gerçek ki; hayat bir sürünceme.

Yaşam ve hayatın aynı şey olmadığını düşünüyorum. Yaşam canlılık hali, hayat ise bu süreci dönüştürdüğümüz halin adı. Bunun ikisini birbirinden ayırmak gerektiğine inanıyorum çünkü yaşam tam anlamıyla büyüleyici bir olgu. Sokaklarda dolaşan kediler ve köpekler, elektrik tellerinde uğuldayan kumrular, tentelere yuva yapan kırlangıçlar... Tüm bu canlılar yaşamı temsil ediyor. Elektrik telleri, tenteler ve sokaklar ise hayatı. Yaşamı seviyorum, hayat ise midemi bulandırıyor.

Neyse. Bugün didişmeyeceğim değiştirmeye gücümün yetmediği şeyler ile.

Aslında bugüne, bu vakte mahsus bir vazgeçiş değil bu.

Artık bir sene öncesi kadar istekli değilim hayata.

Zaten aklı başında kimse yoktur bu sürüncemeye tutkun.

Havanın serinliğini hissetmek güzel, uzaklardan zar zor işitilen köpek havlamalarını duymak güzel, akşamleyin yağan yağmurun peşine nemli toprağın kokusunu duymak güzel.

Öte yandan;

Sabahın köründe kalkıp işe gidecek olmak kötü. Ezilmemek için ezmek zorunda olmak kötü.

Gününün en iyi ihtimalle sekiz saatini satıyor olmak kötü. Yol boyunca bezgin ve yorgun suratlar görmek kötü. Çünkü bezgin ve yorgun bulduğun o surat, ağırlaşmış göz kapaklarının altından güç bela seçtiği suratta kendi bezmişliğini ve yorgunluğunu görecek. Sen onun yüzünde ne görüyorsan o da sende aynını görecek.

Ve gün bitecek.

Hiçbir şey değişmedi ve hiç ilerleyemedin.

Hayatta yeni bir şey yok.

En acı olanı da insanların buna mecbur bırakılması.

Kimseyi yadırgamam. Yalnızca bir başkasının hükmünü özümseyenler ve varlığını peşkeş çekenler dışında.

Bu yapay spektrumda kendimizce erdemler ediniriz.

Köpekçe sadakatten nefret ederim.