Suyun kıvrandığı seste anlamıştım
bir başka olacaktı hikayem
Erguvan saçlı evin penceresinde
muştu beklerdi ihtiyar
Ne çınar suskunu hamaklar
ne göveren kısık güneş
ona ılıca bir sudan haber verirdi
Kendi halinde akardı çamlıkbeli
kendi halinde yanardı anız yeri
derisinde hala uysal bir ses:
"saman teni güneş izinde değil
güneş teni, samana iz" derdi
Sonra öldürdüm onu yüreğimin tüm hıncıyla
şavklardan yapılmış çengel geçirdim alnına
parçaladım çinkonun,
çeliğin,
yumruğun karnı için
kaşında patlayan meydanlardan kendime pranga
hürriyete acıyan kamara değiştim
niçin suyun bulandığı yerde durur kum
-alaştığım yerde gördüm-
artık katran kavlı ruhum,
yani özsü halime eriştim
Orkalar palarlar derine
silge çeperli kir, ayna ışır
azı dişinde jilet kesiği kan
kır, rengini karanlığa taşır
sır en kirli ezgisiyle akar
oyuk rölövelerinden mağaralar
ve Eflatun gölgeleri çirkef çamurdan...
tartarlı dişleriyle bakar kösnüllük
çapı kuşanmış çizgilerinde aşarak
Aşarak ölümü,
yaşmakları
yaşamakları aşarak durur.
O,
boğazında çınar çakısı
pınarları hep akarak kurur
Suyun kıvrandığı yerde anlamıştım
bir başka olacaktı hikayem
kendini kıstırdığı yerde kupalaşan gencellik
ıskarta bırakılmış onca gün
gem vurduğum utkulara yenilecekti
Cennetin ithal ettiği ağaçları aramak için
yola koyulmaya ihmal denilecekti
-ki ben urgana un serdim,
boynumda ferman-
-ayrılık Allah'ın emri
şu cemrelik olmasaydı-