Yılın son zamanı ve yirmibirimin baharı sanılanın aksine pek telaşsız, ama elbette, hâlâ/ arenada son kararını daha vermemiş bir gladyatör nezdinde delici ve dipdiri yirmibinkalibrem.

Sesim tok, sırtım ayazda, ayağım kirişte.

Sönecek bir ocak, dövülecek bir dost, sövülecek bir din kalmadı.

İsa kırk yaşında neredeyse,

Mesih, yüzyılımın kırkı çıkmadan dirilsin ki karşımda

Rahmet neymiş, ateş neymiş, kıyamet neymiş

ve felaket kimin adıymış

Gelsin

Görsün

Ve bilsin.


De ki:

Öyle bir ateştir içimdeki

La loba olsa kavrar, kavurur ve avunur onunla

Muhammed olsa vahada ıslatır onu sırılsıklam/ ve serinletir

İsa olsa yinelerdi seslendiğini;


"Duyacak duyacak, ama hiç anlamayacaksınız

Bakacak bakacak, ama hiç görmeyeceksiniz

Çünkü bu halkın yüreği duygusuzlaştı

Kulakları ağırlaştı

Gözlerini kapadılar.

Öyle ki, gözleri görmesin

Kulakları duymasın, yürekleri anlamasın

Ve bana dönmesinler

Dönselerdi, onları iyileştirirdim"


Döngüsel bir vahşi, bu içimdeki

Öyle bir soğuk/ateşin ötesinde

Orandan daha harlanan

Buz gibi.

Buzun yakıcılığını bilir misin?

Unuttun mu geçirdiğimiz o son geceyi-

O ağustos.

Nasıl da hatırlıyorum, durgun ve mavinin yeşile dönük ahenginde donuk çocuk gözlerini

Nemli kirpiklerini, rutubetli sözlerini.


Ey yüce düşmanım,

Durursan kurtlar kokunu alır.

Aklın bende kalır.

Beni sorarsan, ceplerimde yamadığım izmarit yanıklarıyla, tenime değil/derime işlenmiş adınla

Doktorumun verdiği kafa haplarının üzerine çektiğim sifonun ardından

Geçiyorum metropolün sokaklarından

Hiç ait değilim

Ve siktirip gidiyorum buradan da.


Ormanlarımı yaktılar

Ekinlerimi yağmaladılar

Dedim ki; gün batacak

Ekinler yükselecek

Ve çocuk büyüyecek

Ama o adını unutacak mı?

Uzun zamandır dilimin ucuna ne geldiyse unutuyorum, suya değiyorum seni anımsadıkça.

Sadece kısacık bir his,

Yekpare

ve biçare


Nasılsın?


İlk aşkım benim yaşımdayken ve günü kurtarırken/cebinde onmilyarla gezerdi

Eksik olmazdı ne keyfi ne kahyası.

Şimdiyse meğer bi'kaç sene zaman biçmiş organları ona

Yetmezmiş gibi polis ensesinde

Soluğu kesik değil

Ama zayıf.

Oyun bilmiş bu coğrafyayı-

Bilmez mi, Orta Doğu'da ve Balkanlarda

Doğu'nun balkonlarında kuruttuğu biberler gibi

Lezzetli ama acı

Burada bilinen tüm oyunlar ve ezberlenen tiratlar.

Oysa iyi bilir.


Akıp gidiyor zaman

Ve dip yenileniyor

Katranı bozuk akşamlarda

Nasıl çorak ve nasıl sussuz bir şehvet

Eziliyor dudaklarda

Yaşadım/

uykusuz, haksız ve hudutsuz,

Hiç unutmadım adını

Sen ki üstün bir er

Ben ahizenin ucunda sarhoş ve ne dediğini bilmeyen bir ses

Beynine işlenen

Sense hâlâ hatırlıyorsun beni-

Ağlak çocuk suratımla

Göğsüne üflediğim dualarla

Sığındığın mağaranla

Değil, sanma.

Ben ne olabildim, göğsünde avunan ve kendini fazlaca önemseyen kelimelerin fahişesi olmuş esir bir şairden başka

Sadece çok özlüyorum beraber geçirdiğimiz son kışı, sabrımı sınayan merhametini ve şifalı ellerini

Yeni bir yaşam verdin bana,

Eline pek yakışan sazınla, mukadderat hezeyanlarımızla

Şimdi kim yatıştıracak beni-

Nazik ve pek güzel gülüşlü bir çocuktun hatırımda

Son nefesin hâlâ aklımda.

Eğer ki utanacaksam, kötülüğümden

Sen bağışla beni, çocukluğumun gölgesinden

Bağışla-

Ben bulamıyorum.


Ne sanıyorsun?

Çocukluğumuzu yeşerttiğimiz, ağlattığımız ve budayıp bıraktığımız o ev

-Hem de pek güneş almazdı, yine de perdeleri açmazdın

Tek çıplak benmişim gibi

San-ki münferit bir ayıbım ben/ elimde bir balyoz,

Çırılçıplaktık o nisan da

Masumiyetimiz, ihanetimiz, ellerimiz

Yeni yetme evliliğimiz

Nasıl üzülmemiştin eşyalar yüklendiğinde kamyonete

İftiharla hatırlıyorum.

Ne iyi bir seks, ne iyi bir şiir, ne de iyi ve sert bir içki,


Eğmişsen baş ya da indirmişsen gardını

Artık beyhude edemez, kendi izini karalamış, alnı genişçe yekelenmiş bir şairi

Ben ki seni kanlı dişleriyle sırıtan bir çakal katil gibi sevdim

De ki payedar, ben diyeyim faveran

Maveradan değil

Ana yurdundan.


Oime! come poss'io

Altri trovar, se me trovar non posso


''Heyhat! Daha kendimi bile bulamazken

Bir başkasını nasıl bulabilirim?''