gecenin renklerine karışmıştı uzay. siyahın ve kızılın tonlarında eksik etmemişti bedenini. her zamanki gibi dersine gitti, geldi evine ve oturdu köşedeki koltuğa. elinde bir kitap, sabahattinlerden. yanındaki sehpada bir bardak su bulundururdu. susamıştı uzay. hayata ve dahasına. dudaklarındaki ve zihnindeki kuruluğu gidermek için suya uzandı. elindeki kitabı düşürdü ve suya tekme atarak parçaladı. şimdi tam olmuştu işte. kalbinin parçalara ayırmasını umursamayarak kesikleri ruhunun binbir köşesine aitmiş gibi davranırken ellerinde tuttuğu ağrı kesici ilacı boğazından aşağı yuvarladı. sorgularken kendini, aklı yine mahperi'ye gitti. ah mahperi... neler geçiyordu öyle aklından? hiç de yanında olamamıştı oysa kızcağızın. Mahperi de hep ağlar dururdu onun için. uzay, gözyaşlarını sildi. mahperi'nin silik yüzünü hatırladı... tam dört yıl olmuştu, toprağa karışalı. uzay, ağladı ve ağladı. ruhunu duymamak için hıçkırıyordu. kırık camlardan birini alıp avucuna batırdı. kan oluk oluk akarken başını kanepeye yasladı. yarım kalmışlık. zihninden geçen tek şey buydu. yarım kalmışlığın ötesinde hayalini gördüğü bir nokta. uzay, düşünce kesitlerine bir ara verdi ve başka bir cam kesiğini eline aldı. ve kağıda yazdı kendi kanıyla. "mahperi'yi çok özledim." cam kesiğiyle yazdığı yazıyı, duvara astı ve camı bileğine batırıp dünyadan habersizmişçesine gitti.