Dünyanın nereye gittiği kimin umurunda? Hem kendi etrafında hem de güneşin etrafında dönüyor. Onun içinde olanlar gittikçe daha fazla etkiliyor gibi, bu duyarlılık neden? Bırakalım Leibniz ile Voltaire iki bok tepesine oturup birbirini taşlasın. Dünya ne iyidir ne kötü, ne iyiye gider ne kötüye. Çünkü bu bir eksen olayıdır dolayısıyla matematiği içerir. Bu bazılarına göre tiksinmek için yeterlidir, matematiğe hayran olunabilir o koskocaman diferansiyeller, Euler veya Gauss'un zamazingo teoremleri. Descartes'ın analitik geometrisi beni hep korkutmuştur. Ne rüyamda sayılar görürüm ne sayılardan nefret ederim. Sayılar eğer bir şeyin miktarını belirtmiyorsa beni çok ilgilendirmiyor. Üst üste, yan yana... Bir şeyler biriktirmeye bayılırım, eski ve asil bir adet. Banknotları değil, kuruşları; banka belgelerini değil ufacık broşürleri. Neyse dünyanın yönü hakkında konuşuyorduk, dünya düzeliyor diyor beyaz üniformaları içinde bilimin askerleri. Bunu korkunç bir şekilde söylüyorlar, istatistikleri suratımıza suratımıza vuruyorlar, Gini Endeksi, IPL, PPP, HDİ... Bla bla bla! Ancak ben o gelişmeyi neden görmüyorum? Söyle bana Groschen, madem milli gelir bu kadar artmış neden insanlar sokakta işsiz geziyor? Bir cevap bulamıyorum, benim sıradan bir insan olduğumu düşünelim bir dakikalığına -bunun ne kadar zor olduğunu biliyorum sevgili Groschen- dedemin bir evi var, babama kalmış. Babam gitmiş çalışmış bir ev almış, şimdi bana iki ev kalıyor. -Tabi, süslü kelimelerden kaçmak zordur, Ceteris Paribus demeden hangi ölümlü bu cümleyi bitirebilir?- ben durmadan zenginleşerek ilerliyorum, peki yoksul? Kendi yoksulluk çemberinde yuvarlanmaktan başka, ay sonunu düşünmekten başka ne yapıyor? Hep aynı yerde... Dediğim gibi, zihinsel at gezintileri bunlar, bir faydası yok. Çünkü insanlar fakirliği övüyor, oysa ki Robert Castell, kitabında sadece isteyerek çekilen fakirliğin övüldüğünü söyler katiyen yalan! Bir manastıra kapanmak ile asgari ücret ile çalışmanın pek az farkı vardır. ''Hükümetler, fakir insanlar mı istiyor?'' sorusu çok tehlikeli bir sorudur, her bilim alanı buna farklı cevap verir. Benim buna uzun boylu bir cevabım yok, istemiyorum da cevaplamak. Her şeyin cevabını ben veremem ki! Fakirlik, toplumca utanmamız gereken bir olgudur. Fakirlikle savaşmak genelde ters tepki veriyor kardeşlerim, bunu itiraf etmek zorundayız. Dünya nüfusu korkunç bir şekilde artıyor, en fakir ülkeler en fazla ürüyor. Üremek, acaba daha nazik bir kelime seçebilir miydim? Neyse tükür lafın üstüne, çoğalmak, fazlalaşmak ve sonunda cümleten patlamak. Bunun yeni sosyal sorunlar getireceğini çok iyi biliyorum. Herkes biliyor zaten, Malthus'un galat-ı meşhurları keşke doğru olsaydı. Bir yerden sonra dursaydı insanlık, herkes nüfusun daha az olması gerektiğinden hemfikir -birisi demişti çok iyi hatırlıyorum eğer dört çocuk doğurursak, ikisini savaşta kaybedebiliriz, kalan ikisi de soyumuzu devam ettirir- peki o zaman insanlar neden ürüyor? Herkes -eminim- dünyayı değiştirmek istiyor, herkes. Her liselinin kendi reçetesi var ülkesini kurtarmak için, ucuz pansiyonlardan, devlet kulislerine kadar herkesin ortak bir sohbet konusu. Peki kim bir şeyler değiştirmeye çalışıyor? Karşımdaki Tolstoy portresi bana gülümsüyor, sakallarından okuyabiliyorum: ''Ne bekliyordun ki ufaklık?'' İşte herkes konuşuyor, hiç kimse bir şey yapmıyor. Ve ben de yapmayacağım, çağımın geçişini izleyeceğim eski çağları araştırarak. Onları mezarlardan çıkartıp, dans ettireceğim. Ve hayat bir tren gibi gidip geçmiş olacak, sonrasında aynı benim yaptığımı 200 sene sonra birisi benim neslim için yapacak mı bundan emin değilim. Ah Dünya, nereye gidiyorsan beni benimle bırak...