Tanıdık geldi mi? Jack London'ın eserini okuyan herkesin kulak kesileceğini düşünüyorum. Ancak konumuz Jack London veya eseri değil; maalesef odak noktamız şu an sokaktaki canlıların yaşam alanı ve hukuku olacak. Bilirsiniz, köpeklerin tarihi geçmişi 15.000-40.000 yıl öncesine dayandığı söylense de, biraz daha ayrıntılı incelediğimizde köpeklerin atası olan kurtların, bizim atalarımızdan yani hominidlerden daha eski ve köklü bir geçmişe sahip olduğunu tanıklık ederiz. O günden bugüne, bu uzun yolculukta hominidlerin ve homo sapiens'in evrimi süresince kurtlarla insanlar arasındaki ilişki bağını tam olarak bilemesek de, sonraki süreçte kurtların ve köpeklerin insanlarla kurduğu olumlu-olumsuz ilişkilerin izlerine mitoloji, destan, masallar, arkeolojik kazılarda rastlanan çizimler, semboller ve hatta kutsal metinlerde de rastladığımızı görürüz . Bu ilişki yumağında, olumlu bağların zamana tutunarak günümüze kadar gelmesi elbette boşuna bir çaba değildir; kurtların ve köpeklerin insana, doğaya rehberlik etmesi, gözcülük yaparak koruması, dostluk görevini üstlenerek sadakatin sembolü haline gelmesi tek bir amacı içinde barındırıyordu o da toplumsal beni iyileştirme, geliştirme göstermesi içindi.


Peki günümüz coğrafyası?... Genel olarak konuşmak gerekirse insanın doğaya tabi olma durumu veya doğanın insana tabi olması durumu gibi bir algı farfarası, biri diğerine hükmetme furyası başka bir seçenek yokmuş düşüncesi sessiz adımlarla günümüze kadar geldiğine şahit oluyoruz. Hukuk bir düzeni, dengeyi, adaleti, eşitliği, özgürlüğü simgesi olmakla birlikte bir sınır belirleyici, söz sahibi olarak karşımıza çıkarken şu an saatlerin ters aktığı, hukukun içini altüst etmeye çabalayan bir eğilim baş gösterdiğini görüyoruz. Günümüzde hali hazırda sokak hayvanlarına yönelik çıkarılan yasanın örneklerini Niğde’de, Bartın’da, Ahlat’da, Ankara Altındağ'da, Bitlis’te daha bilemediğimiz şehirlerin, ilçelerin yaptığı katliamlar görsek de ne yazık ki aslında bir örnekten daha fazlasını taşıyor. Katliam denilen şey yaşama, hayata yapılan tecavüzün flulaşmış, net görünmeyen halidir. Tecavüz bir nevi bakir hayatı, yaşamı gasp etmek; mazoşistlerin kurbanlarına uyguladığı aşını esirgeme, acı çektire çektire , türlü işkencelerle öldürme halidir... Peki siz hiç kurbanın gözüne bakma cesareti gösterip yaşadıklarına tanıklık ettiniz mi, onun yerinde kendinizi gördünüz mü? Toplumsal vahşetin izlerini yahut toplumsal erozyonu fark ettiniz mi? 


Şaman’a sormuşlar: “Zehir nedir?”, “İhtiyacımızdan fazla olan her şey zehirdir” demiş. “Bu güç olabilir veya tembellik, ego, hırs, yiyecek, kendini beğenmişlik, korku, öfke, kıskançlık ve hatta iyi niyet.” diyerek eklemiş. Dünyanın dengesizleştiği, zehrini akıttığı, toplumsal çöküşü beraberinde getirdiği bu dönemde bir insan olarak yapmamız gereken şey bu zehre karşılık insanlığımız yani elimizdeki tek panzehrimize sahip çıkmak oluyor. Nazım Hikmet’in de dediği gibi

 Ben yanmasam

                 Sen yanmasan

                            Biz yanmasak,

                            Nasıl

                                  Çıkar

                                         Karan-

                                                 -lıklar

                                                     Aydın-

                                                             -lığa... ‘

Bu yangına karşı bir can suyu olan insanlık için şimdi yapmamız gereken tek şey eylem. Tabii bu eylem başarının getirdiği bir eylem. İnsanlığı bir sanatla da aktarabiliriz, bir kitap yazarak da, sokaktaki canı kucaklayarak da, bir ağacın nefesine şahit olarak da, küfretmektense bir mum yakarak da....


Işıkla ve umutla kalın!


Resim: The Boy, the Mole, the Fox and the Horse