Varoluş eşsiz bir zenginlik. Bu zenginliğin dağınıklığının, karmaşasının içerisindeki zararlıları, gereksizleri yok edebilmek asıl mesele. Yok edilmesi gerekenlerin farkına varıldıkça, yok edildikçe, ayıklandıkça var edilmeyi hak edenler kendilerine yer bulabilir, var olabilir.
Hak etmeyenlere verdiğimiz ödünler, sağladığımız öncelikler, sunduğumuz tavizler benliğimizi ele geçirdikçe salt gerçekler vicdan terazisinde sancıya dönüşüp yaşamı anlamsız hale getirmekte.
Yalan; birilerini kandırmak, aldatmak için söylenmiş cümleler olarak öğretildi. Oysa en büyük yalan insanın kendini kandırmasıymış.
Kendisine dayatılan, anlatılan hikayelerin, ütopyaların sahte, düzmece, varsayım, kurmaca olabileceğine ihtimal dahi vermeyip koşulsuz kabullenmesiymiş.
Kendini var etmek için her kanatlarını açtığında ulaşmak istediği, kendi olduğu ufuk önünde belirdiğinde kanatlarının takıldığı, uçmasını engelleyen hatta kanatlarını bilinçli şekilde kıran tüm etkenler "yalanlar yumağı" imiş.
Bu "olmak zorundasın" dayatmaları benliği değersizleştiren, kalıpların içine sıkıştıran, labirentlerin içine hapseden; başkalarının gözünde varmış (!) gibi gösterip yokluğu, hiçliği başlatan.
Yaşam; keşfedilmeyi bekleyen, derin maceralı, zengin, eşsiz bir okyanus. Hiçliği, silikliği, yitikliği "meziyet" olarak sunan hiçbir olguyla bu keşif yolculuğu anlamını bulamayacaktır.