hayata adadığım tüm anlamlar siliniyor yavaş yavaş

bilinmezden biçilmiş gömleklere bürünüyorum

tek bildiğim

senin bir kar çiçeği kadar güzel oluşun

yabancı kentlerin sabahları gibi soğuk, 

bin yıllık yabancı oluşun

olmayışın

hiç olmayışın, hiç olmadığın kadar çok oluşun 


ömrümden yok olup giden yerlere

doluyorsun usul usul

tanımadığım bu hisler, bu sanrılar... 

soramadığım

sorsam da cevabı mümkün olmayan 

her şeye gittikçe daha da benziyorsun.

adını koyamadığım her şeyin yerine 

biraz seni koyuyorum,

biraz da bu tozlanmış şarkıları. 

o şarkıların tozunu almaya vakit yok. 

bir elmanın büyümesini izlemeye, 

bir yağmur damlasının düşüşüne şahit olmaya, 

her gün önünden geçtiğim o duvarın yazılarını okumaya,

hiç durmadan çalan telefonlara bi' alo demeye,

benim bu şiiri yazmaya,

senin bir kar çiçeğine bu kadar benzemen üzerine şiirlerce konuşmaya vakit yok.

ne benim içimdeki uğultuları susturmaya mecalim

ne senin el gibi bakan gözlerinin beni selamlamaya niyeti var. 

böylesine varken, var oluyorken 

içinde "yok" geçen cümlelerime şaşmaya vakit bile yok sevgilim. 

işin özü sevgilim "var"lar "yok"lar arası sarsılırken en çok var olan sensin. 

elle tutulur tek gerçek de sensin,

eli tutulmayan da.