İnsanın doğayla ilişkisi antik dönemlere bakıldığında bugün anladığımız anlamı taşımıyordu. Antik dünya insanın nesnelerle kurduğu ilişki organik, bütünsel ve canlılık içeriyordu. Peki bu ne anlama geliyor? Antik dünya insanı, karşısında kendisinden başka var olan her bir "şey" için onu kendisi gibi görmüş; daha doğrusu nesnelerle arasındaki bağı insanlarla kurduğu gibi kurmuştur. Her bir var olanın kendi içinde bir bütün olduğu, doğanın bir parçası olarak kendi-si gibi bir anlam taşıdığını görmekteydi. Antik dünya insanına göre madde canlılık ilkesi taşıyan, organik bir bütünlüğe sahip olan bir şey olarak görülmüştür. Animizim ilkesi dolayısıyla her bir madde-nin tıpkı insanda olduğu biçimiyle bir canlılık ilkesi taşıdığı düşünülüyordu. Dolayısıyla antik dünya insanın nesnelere bakışı bugünkü baktığımız manadan çok daha farklıydı. Onlar için madde tıpkı in-sana davrandığımız gibi davranmamız gereken bir düzlemde dur-maktaydı. Bir çiçeğin koparılması, maddenin bölünüp incelenmesi gibi durumlar onlar açısından "doğru" bir davranış modeli içermemekteydi. Doğayla bu minvalde kurulan ilişki, onu kendi parçası saymakta, kendini de doğanın bir parçası olarak görmekteydi. Fakat Descartes'tan sonra nesnelerle aramızda kurduğumuz bağ tepetaklak olur; madde denilen şey tamamıyla kartezyenik düzlemde incelenebilen, belli koordinatları olan, bölünüp parçalanabilen, insan karşısında insandan olmayan bir nitelik kazanmıştır. Descartes'ın felsefesi madde ve ruhu iki ayrı cevher olarak gördüğünden beri maddenin içinden ruhu çekip almış ve maddeyi cansız bir var olan olarak görmüştür. Bu bakış maddenin istediği gibi incelenme-sini meşru kılmış ve bilimler aracılığıyla maddenin en küçük yapıtaşına kadar bölünüp parçalanmıştır. Bu bakış, doğada bulunan her bir var olan açısından düşünüldüğünde canlılık ilkesini yitirdiği orta-ya çıkmaktadır. Bu iki bakış doğayla olan ilişkimizi ortaya koymak bağlamında önemli veriler sağlamaktadır. Eğer birinci görüş söz konusu olursa doğa bizden olduğu için, ona insana davrandığımız anlamda "ahlaki" davranmak durumunda kalırız. Fakat ikinci görüş doğayla insan arasına, daha doğrusu madde ile insan arasına bir perde çektiği için ona istediği gibi davranacak, bölüp incelemek bağlamında her türlü davranışı meşru kılacaktır.
Bugün içinde bulunduğumuz savaş durumları insanın doğayla ilişkisinde neyi ifade etmektedir? Doğada insandan ayrık olarak var olduğunu düşündüğümüz madde, cansız ve hırpalanıp incelenebilir bir nitelik arz ettikçe, insana bakış da bu bağlamda aynı duyguları ifade etmektedir. İnsanın kendisi, kendisi dışında var olan her bir şeyi madde olarak görmekte ve dolayısıyla var oluş koşulu olarak yalnızca kendinden olanları bir grup olarak niteleyip, bu yaşam hakkını yalnızca o gruba tanımaktadır. Varlık görüşünün günümüz açısından değerlendirmesi bu bağlamda önemlidir.