Yolun ilerisinde ya da gerisinde hiçbir çiçek yok, yanına gidip uzun uzun bakmak isteyebileceğim...

Ya da merak uyandıran bir ağaç, bir böcek, bir kuş yok.

Durduğum yerden başka bir yere gitmeme neden olabilecek bir sebep... Artık yok.

Sıkıca tutunup bu duygusal ve düşünsel bataklıktan kurtulabileceğim bir amacım yok.

Hareket ettiğimde harcadığım enerji kadar, beklediğimde geçen zamanın ağırlığı kadar battım, bu çökkün duygudurumun içinde.

Gülümsediğimde ya da şaşırdığımda, hatta ağladığımda hiçbir his değişmiyor içimde artık. Hepsi ağırlaşmış, küntleşmiş ve yapışmış bulunduğu yere.


Ha hah hahaha ha!

Kahkaha attıktan sonra bile hiçbir kılı kıpırdamıyor, içimdeki bu ağır his yığınının.


Oysa nefes aldığıma eminim.


Hatta nefes almak dışında gözlerimi de açıp kapatabiliyorum.


İç dünyamda yerçekimi ivmesini milyon kat arttıran bir sorun var ve bu sorun yüzünden maddesel dünyada da zihinsel dünyamda da tek bir milim kıpırdayamıyorum.


Eskimiş süngerin altından yaylarını vücudumda hissedebildiğim ikinci el, üç kişilik bir koltukta gözlerimi tavana dikip bu sorunu yok etmeyi deneyeceğim şimdi.


<Var olmamın sebebi, gerekçesi, amacı ne? >


Bunu düşünüyordum en son.

Sonra diğer işlerimi yaparken de aklıma gelmeye başladı bu sorular. Cevabını bulamadıkça daha çok meşgul ettiler zihnimi. Bu sorulardan ve cevaplarından başka bir şey düşünemez oldum sonunda.

Dünden beri bir şey yemedim sanırım. Çünkü aklıma yemek içmek gelmiyor şu an. Ve en son sabah yarım bardak su içmiştim. Sonra bir anda Locked-in Sendromu'na yakalanmış gibi kilitleniverdim, koltukta uzanırken.

Bu sorulardan çok, bu sorularının cevaplarının olmaması korkutuyor belki de...

(Varsa) cevapları da düşünmekle bulabilecek miyim emin değilim zaten.

Ama bu sorular ve cevapları yaşamak kadar önemli. Öyle değil mi?


(Cuma günü olacak, Nöroloji Stajı'nın sözlüsüne çalışmam gerekiyor bir an önce. Cevapları hemen bulmam lazım.)


Gerçi cevapları bulursam tepeden tırnağa tüm vücudum, düşüncelerim, duygularım, hayatım değişebilir. Böyle bir değişime hazır olduğumdan emin değilim.

Ama cesur olmam lazım.

Yüz binlerce yıldır yaşayan milyarlarca insandan kaçı bulabilmiştir ki bu soruların cevaplarını?

Yani sanmıyorum tüm profesörlerin %3'ünün bile tatmin edici cevaplara sahip olduğunu.

Belki de şu an, varlığı aslında "sorun" oluşturmayan sorular üretip ders çalışmaktan kaçmak için sebep üretiyorum. Fakat bu keyfi bir sebep de değil ki. Varlığı boyunca hiç iyi hissettirmedi bu sebep. Hayatımı kaçış rampasına ulaşmış yüksek hızlı kamyonun durduğu gibi durdurdu sadece.


Dışarıdan gelen trafik seslerine, martı seslerine, köpeklerin havlamasına ve parkta oynayan çocuk seslerine bakılırsa insanlar pek de umursamıyor bu soruları. Ya da cevaplarını.

Hayatıma devam etmeyi reddettiğim ve odaklanıp bu soruları düşünmeye harcadığım zaman boyunca fark edebildiğim bir gizem, tozlanmış bir gerçek yahut parlak bir ilham bulamadım.


Soruların klasik, taşlaşmış, sıkıcı ve bunaltıcı olması dışında fark etmeden zamanımın büyük bir kısmını (ç)alabilme özelliği de var muhtemelen. Duvardaki saat sabah uyandıktan sonra tam 16 saatin geçmiş olduğunu, artık "geçmişe ait" olacağını söylüyor sessizce.


Şu an bu yorucu, zor, ağır ve fazlaca sert soruları oldukları yerde bırakıp sözlüye hazırlanmam gerekiyor.


Umarım hayatımın bir noktasında elime geçen sihirli bir kimyasal ya da aniden düşen bir yıldırım, bu soruların zihinsel dünyamda oluşturdukları ağırlığı yok edip, sonunda iç huzura kavuşmamı sağlar. Ya da umarım bu ağır taşların heykeltıraşı olup, içlerindeki sanat eserlerini çivim ve çekicimle ortaya çıkarabilecek kadar bilgili ve yetenekli olurum bir gün...