Dünyaya geldiğimiz o ilk özel andan son nefesimizi vereceğimiz ana kadar şanslıysak yeniden doğuşu da barındıran bir ömür yaşarız ya da yaşamayız. İçeriğinde her ne olursa olsun insan doğarken de ölürken de ve hatta yaşarken de yalnızdır. Bu yalnızlıktan bir süre için kurtulmuş olanlar bu gerçeğin farkında olmayabilirler fakat yalnızlık her an insanın peşinden gelen sinsi bir gölgedir adeta. Varlıkta da yoklukta da bir anlamı vardır yalnızlığın, varlık da yokluk da yalnızdır. Kaçınılmaz yalnızlığa övgü de yapılır yergi de, insanın yalnızlığı nasıl karşıladığına göre değişir bu.
Bu noktada yalnızlığı seçmekle onun tarafından seçilmek her şeyi değiştirir. Yalnızlığı seçmek nedir? Bile isteye ve memnun olarak hayatına insan almamak, ilişkileri yüzeysel düzeyden ileri götürmemek ve bunun gibi sosyal politikalarla kendini yalnızlaştırmak üzere hareket etmektir. Yalnızlığı seçenler kendilerini de seçmiş olurlar mı? Belki. Her insan ötekine bir şeyler katıp eksiltirken insan bunu kendi kendine de gerçekleştirebilir elbet fakat bunun için geniş bir ufuk ve keskin bir akıl, merak gerekir. Bunun yanında süreci her zaman devam ettirmek tek başına nitekim pek zorlayıcı olacaktır. Yine de bütün zorluklara rağmen yalnızlığın verdiği özgürleşmenin meftunu olur insanlar. Sevginin, bağların nelerden vazgeçmeyi gerektirdiği düşünülünce kazanç zarar dengeleri kestirilemez. Yalnızlığına zarar gelmesi korkusuyla nice ihtimallerden geçilir de teklikten geçilmez. Herkes yalnız kalamaz, yalnızca güçlüler yalnız kalabilir. Uzak bir dağın başında tek başına dimdik duran görkemli ağaçlar gibi sağlam ve ulaşılmaz olmak gerekir yalnız kalabilmek için. Esecek her rüzgara, yağacak her yağmura ve kavurucu sıcaklara rağmen solmayacak ve meyve verecek bir ağaç olabilmektir yalnızlığı seçmek. Aksi takdirde..
Yalnızlık tarafından seçilmek ve sevilmek onu sevmeyenler için ızdırap dolu bir yaşam demektir. Sevdikleriyle sıcak bir sohbetin içine dalmışken yüzünde oluşan tatlı gülümsemenin insana verdiği gücü bilen hiç kimse yalnızlığı ömür boyu istemez. Sevdikleriyle birlikte yeni maceralara yol açabilecek veya sadece hiçbir şey yapmadan durabilecek olmak insan için temel bir ihtiyaçtır. Bizi düşünecek, sevecek, önemseyecek, hayata en umutsuz anımızda motive edebilecek birilerinin olmasını bekleriz. Ama olmaz. Yalnızlık bizi seçmiştir çoktan. Kaçış yoktur. Anlaşılmak ve günlerimizi istekli sıcak bir gülüşle doldurmak atomu parçalamaya benzer sanki. Ne zaman birilerinin gelip bizi o çevremizi saran sertleşmiş kabuktan çıkaracağına dair bir umut besleriz, hemen çeker gider o insanlar hayatımızdan. Ya da tekrar bir gölge biri buğulaşırlar tekrar dirilmek üzere. Sürekli düşüp kalkarak koşulan bir maratondur yalnız bir hayat. Bununla beraber insanın sadece ruhunun değil bedeninin de sosyal etkileşimlere ihtiyacı vardır. Yapılan araştırmalarda daha az sosyalleşen bebeklerin beyin gelişimlerinin sosyalleşen bebeklere oranlar daha küçük olduğu tespit edilmiştir. Yetişkinlik ve yaşlılıkta da sosyal yaşamın devam etmesi nörolojik ve ruhsal sağlımız için kritik bir önem taşır. Sosyal çevresiyle mutlu olmayan insanlar depresifliğe, melankoliye yönelirler. Hayatta ne başarırsak başaralım, sevdiğimiz biriyle paylaşamadıkça ne anlamı kalır ki? Kimsenin bilmediği ve önemsemediği bir hayat yaşanmış sayılır mı? Bu dünyada anlaşılamayanı öteki dünyada kim anlar? Yalnızlık bir nevi terk edilmişliktir. Bu dışlanmışlık ve arkada bırakılmışlık hissi insana derin bir acıdan başka bir şey getirmez. İnsan neyinin yetmediğini, neden bir türlü olmadığını düşünür durur. Kendiyle mutlu zamanları olsa da bazen yalnızlığın ağır yükü taşınmaz olur, altında ezilir insan. Seçilmeyen yalnızlıkla yaşamak zordur. Bohem bir hayatın iç karartıcı günlerinden ibaret bir mücadeleden ibaret olur her şey. Hayat bazen biraz da böyledir.