Yalnızlığı bu kadar arayacağımı bilsem

Çıkmazdım

Bana ölüm haberi getirdikleri o günden

Anlatmazdım atlası

Ateşi çaldı diye kardeşi

Beli kırılmazdı


Yaşamı anlayacağımı bilsem ağlardım

Doğduğumda

Ecelin tokadı bu kadar acıtmazdı


Şimdi kıçımda Kabil’in mührüyle yürüyorum

Bana biçilmiş sokakları

Genzimde çim kokusu

Ağzımda kan tadı

Ağzımda bir orospu tohumun kana açlığı

Yalnızlığım; sokağın yara açtığı yere kabuk diken bir kadınla tanışmanın yalnızlığıdır


Kızıl toprağa düşen kayıp yağmur damlası

Gibi dürtüyor tenimi

Sektikçe küfür ederek 

Düşmedim indim diyor üstelik

Bir bulut kadar akrabasız

Bir atom kadar dengesizim

Şehri yıkabileceğimi bilsem

Dizlerimle uğraşmazdım


Rükuda izdiham var

Secdede sıra olalım


Duvarı yok sadece sıva odamın yüzü

-Su katılmamış-

Gürzü pasla kaplı bir savaşçı göz kapaklarım

-Değirmenden emekli-

Boşlukta açtığım her delik

Deliliğimi ele verir

Göz yumduğum her yanlış

Bir doğrunun uzayla kesişimidir


Bakışlarım kötü de

Duvara henüz yerleştirilmemiş kız çocuğunun resmi

Öyle değil

Öksüz olmak nedir bilsem

Pantolon giymezdim

Eskitmezdim adımlarımı zaman çizgisinde

Anafor çiçeği böyle kokmasa

Seni kendime düğümlemezdim

Bir olmaza daha sürükleniyoruz

Ayrı yarım kürelerde

Değirmen taşını beyazlatırken sen

Ben esmerliğimle rüzgarı kirletiyorum

Sonra doğru duvarlara, doğru ara renge


Kürt doğdum

Bazen kimlikler de yalan söyler

Devlet de, minareler de

Cenazede okunacak duaları bilmesen

Düşmezdim yere