İnsanları izlemeyi çok seviyorum. Aklımın yettiğince hareketlerinden onları analiz ettiğimi varsayarım. Analiz etmekten en çok hoşlandığım insanlar ise gülemeyen, gülmeyi sevmeyen insanlardır. Belirli zamanlarda ben de bu insanların içinde olduğum için kendimden yola çıkarak onları daha kolay bir şekilde anlayabildiğimi düşünüyorum. Herkese karşı mesafeli olan, gülerken tereddüt eden, tanıdığı üç-beş insan dışında diğer insanlara tenezzül edemeyen insanlar. Neden böyleler diye düşündükçe onları daha iyi anlıyorum. Bazen insanların bilmediği mücadeleleri vermek gerçekten de kişiyi oldukça zorluyor. Önemli olanın seni yıpratan olaylarla mücadele ederken de gülebilmek olduğunu düşünüyorum. Sonuçta bu dünyaya bir kere geliyoruz ve hayat; acıları yaşamak için gerçekten de çok kısa.


Artık kendimi geliştirmeliyim diye düşündüğüm zamanlarda karşıma çıkan bir söz gerçekten de hayatımın akışını değiştirmişti. O söz Galip Erdem ağabeye ait bir sözdü. Kendisini ailemin dünya görüşünden dolayı daha ilkokul yıllarında tanımıştım. Ortaokul ve liseye geçince de iyice anlamıştım. O söz tam olarak; “Okumayı, düşünmeyi, hakikati araştırmayı ve en fenası, birbirimizi sevmeyi bilmiyoruz.” sözüydü. Bu sözü okuduktan sonra kendimle olan mücadelemin neredeyse yeniden başladığını fark ettim. Tam da bu sözden sonra gülümsemeye, farklı insanlarla muhabbete ve insanları gözlemleye başladım. Yıllarını devlet dairelerinde, yurt dışında ve emekliliğinden sonra meşhur Mamak Cezaevi ülkücülerine avukatlık yaparak geçiren birisinden bu sözü okumak ufkumu açtı diyebilirim. “En fenası birbirimizi sevmeyi bilmiyoruz.” Gerçekten de neden birbirimizi sevmeyi bilmiyoruz? Başkaları bizden farklı düşünüyor, farklı pencerelerden olayları yorumluyor diye içten içe onları kendimizden ötekileştiriyoruz. Toplumumuz, kendisi gibi düşünmeyeni artık kendisinden saymıyor. “Ya benden, ya düşman.” gözüyle bakıyor. Zaten toplumumuz fıtratı gereğinden midir bilinmez parlamaya, ateşe atlamaya çok müsait. Olayların içine bir de farklı görüşler girdiği zaman karşısındakini yok etmeye çok hazır. Yaşanan siyasi olaylar, insanların partizanlıkları da birbirimizi sevemeyişimizi tetikliyor. Ne gariptir ki çevremizdeki hiçbir insan da eline satırı alıp parmaklarını aynı boya getirmeye çalışmıyor. Ya canlarının yanmasından korkuyor ya da ellerinin kullanılabilirliğini kaybetmesinden korkuyor. Birbirinden farklı olan beş parmağını benimseyen insan kendisinden farklı olan insana tahammül edemiyor. Bu da insanın hodbinliğinden kaynaklanıyor. Aldığı nefesi verirken ikinci nefesinin garantisini kendisine veremeyen insan kendisinden olmayana bakarken tüm nefretini ve kinini o nefeslerinde harcamasını da çok iyi biliyor. Sonuçta bir saniyesine bile hükmedemediğimiz bu hayatın senelerini nefrete, düşmanlığa adayabiliyoruz. Bulunduğumuz coğrafyanın kültürünün şekillenmesini sağladığını düşündüğümüz takvadan uzak bir şekilde, yaratılanı yaratandan dolayı sevmeyi de bir kenara bırakmış gibiyiz. Umarın toplum olarak okumayı, düşünmeyi, hakikati araştırmayı ve birbirimizi sevmeyi başarabileceğimiz günler yakındadır.