En fazla 1 yıl önce dikilmiş fidana, elindeki kola şişesine doldurulmuş suyu dökerken hafifçe gülümsedi genç kadın. "Biliyorum, her zamankinden önce geldim ama güzel haberlerim var bu sefer." dedi. "Uzmanlığı kazandım, senin gibi bir çocuk doktoru olacağım, sonunda kazandım senin üniversiteni, senin bölümünü. Ama biliyor musun baba, aslında tam da senin gibi olmayacağım. Ben başkalarının çocuklarını iyileştirirken kendi çocuklarımı yalnızlığına terk etmeyeceğim. Biliyorum yine sitemliyim ama ben sana hasret büyüdüm ve bu senin suçundu, çocuklarıma bunu yaşatmayacağım. Henüz var olmayan çocuklarıma..."

Hızlıca ıslanmış yanaklarını kuruladı genç kadın, "Seni üzmek değildi niyetim, özür dilerim. Ama hâlâ kabullenemiyorum, ben olmayan çocuklarımı bile düşünürken sen bizi sevginden nasıl mahrum bıraktın baba? Çocuklarını, eşini evde bırakıp gece gündüz demeden hastalarına koşarken rahat ettin mi? Benim ilkokul mezuniyetimde acil sırası sende değilken bile koşar adım gittiğin o hastanın babası seni yaraladığında, son nefeslerini verirken hiç mi üzülmedin gözlerinin önünden geçen o film şeridinde bizim yeteri kadar olmayışımıza?"

Eliyle beyaz mermerin tozunu aldı, mezar taşında kazılı harflere dokundu. "Öldüğün için sana kırgınım baba... ama en çok da bu kadar iyi bir insan, bu kadar iyi bir doktorken kötü bir baba olmana kırgınım. Kızlar babalarının ayak izlerine basarak yürürmüş, sen bana bir ayak izi bırakmadın baba."

Söyledikleri ve söyleyecekleri boğazında düğümlü bir halde mezarlığın çıkışına yürüdü, dönüp mezar taşına baktı, kendi elleriyle diktiği fidana baktı kırgınca. İşte şimdi babasıyla vedalaşmıştı. Mezarlığın yolunda küçük bir kızın ruhunu arkasında sürükleyen bir genç kadın vardı.