Kelimelerin bittiği yer hep aynı olmaz. Bazen bir huzurun içinde söylenecek söz kalmaz, bazen de acıyla baktığımız yerin altında. Ebedi ayrılığa mesela, ölen sevdiğine ne diyebilirdi insan? Ya ölen kendine? Cümleler her zaman doğru harflerle kurulamadı. İçine bilinmedik sesler karıştı. Ne duyduğumuzu anlayamazdık ama neyi anlattığını bilirdik. Topraktan bir resmi anlatırdı. Üzerine yağan yağmurlardan artık kaçılamayacağını sayıklardı. Biz hiç kaçmadık, sırılsıklam olmayı yeğledik. Artık tek başıma ıslanacağım çünkü sen en sevdiğimiz kokunun içindesin. Uyurken çiçek açar belki üstünde, arılar gelir seyreder güzelliğini. Elini uzatsan yetişirdin aslında, bedenini saran tonla ağırlık olmasaydı. Nefesin kesilmeseydi renklerin karmaşasına şahit olabilirdin. Doğan her günün sabahında akşamı düşleyebilirdin. 

İzlerin dağıldı her yere. Nasıl toplayacağım bilmiyorum. Sesler, gülüşler, yürüyüşler. Hepsi yeryüzünde yaşamaya devam ediyor ama kalp bir hiçin içinde. Sanki oralara hiç uğramamış. Sahiden gitmeyi beklemiş gibi. Öyle bir silmiş ki seni hayat, hatırlaman mümkün değil. Yalnızca yaşlarda kalmışsın. Attığı her dakikanın anısına bu sel. Biliyorum, biliyorsun. Bir gün canım değil, ruhum koşacak sana, uzağın en olmaz yerinde olsan da. Hem yanımda hem uçurumda. Ben atlayamam, korkarım. Sen korkmadın. Ne karanlık, ne acı, ne yüksek. Çünkü sen hep çok güçlüydün. Tonla taş olsaydı önünde, hepsini kaldırırdın. Şimdi tüm ağırlıklarımı kendim kaldırma vaktim geldi. Altında ezilirim zannederdim ama bana yaptığın duvara tutunmuşum. Olmayışlarında bile varsın çiçeğim, seni seviyorum. İyi ki vardın...