Sevgili dostum,


Bu mektubum sana ulaşır mı, bilmiyorum. Hoş, seninle son görüşmemizin üzerinden yıllar yıllar geçti; belki de çoktan toprağın altına girdin, kim bilir? Olur da bu mektubum bir şekilde sana ulaşırsa ve bana olan kırgınlığını bir kenara bırakıp yazdıklarımı sonuna kadar okursan o meşhur sinirli sırıtışını suratına yerleştirip "Yıllar sonra ortaya çıkıp gerçekten bunları mı anlattın bana?" diye sitem edeceğini çok iyi biliyorum. Eğer eski zekândan bir eser kaldıysa bu siteminin kısa süreli olacağını ve sana söyleyeceklerim üzerine harekete geçeceğinden de adım kadar eminim.


Şehrimizin kurucu babasını hatırlıyorsun değil mi? Benimki de soru mu arkadaş, elbette hatırlıyorsun. Civardaki şehirlerin gıptayla ve yer yer de korkuyla baktığı, devasa, görkemli, tarihi başarılarla dolu eski şehrimizi de hatırlıyorsundur; hatta yalnızca bir şehir olmaktan çıkmış, etrafımızdaki çoğu şehri de kendimize bağlı hâle getirmiştik. Ne şanssız adamlarız ki o güzelim şehrin en karmaşık, en güçsüz dönemlerine denk gelmişiz. Tarih kitaplarımız da olmasa çocukluğumuzu geçirdiğimiz bu şehrin bir zamanlar insanlığın görüp görebileceği en güzel şehirlerden biri olduğunu söyleseler onlara kaba etimle gülerdim herhâlde. Ne de olsa benim gördüğüm kadarıyla o şehir gün geçtikçe gücünü kaybeden, insanlarının isteklerine ve ihtiyaçlarına kulak asmayan, kendi çıkarları için kararlar alan, yüzyıllar öncesinin karanlık çağlarından kalan ve günümüzde geçerliliğini yitirmiş ideolojilerinin esiri olan ve halkını bu ideolojilerine uygun şekilde yaşamaları için zorlayan, yer yer bu uğurda cinayetler işleyen insanlar tarafından yönetilen bir çöp yığınından başka bir şey değildi. Zayıflığımızdan faydalanarak şehrimizi ele geçirip yerle bir eden düşmanlarımızı sevdiğimi elbette söylemiyorum ama bizleri sömüren o "soylu" aileyi başımızdan indirdikleri için içten içe minnet duymuyor da değilim.


Şehrin düşüşünden sonra komutanlarımızdan biri, ki bu komutan az önce bahsini ettiğim yeni şehrimizin kurucusu olan adamdı, öne çıkmış ve yalnızca bir kervan hazırlanması şartıyla hayatta kalan az sayıdaki insanla beraber şehri terk edip çok uzaklara gideceklerinin sözünü vermişti. Anlaşmaya varılmış ve sıfırdan bir şehir kurmak için gerekli ne kadar malzeme varsa kervana yüklenerek o uzun, zorlu yolculuğa çıkılmıştı. Seninle beraber o heybetli komutanın arkasında haftalarca yürüdüğümüz zamanları hâlâ dün gibi hatırlıyorum.


Sonunda önceki şehrimize oranla nispeten daha güvenli bir yer bulabilmiş ve şehrin inşasına başlamıştık. Uzun süren uğraşlar sonucunda kurucu babamızın önderliğinde şehir inşa edilmiş, geriye yönetimin nasıl olacağını belirlemek kalmıştı. Eski şehrimizi ele geçirmeyi başaran diğer topluluklar üzerinden yapılan araştırmalar sonucunda yüzyıllardır maruz kaldığımız yönetim şeklinin günümüzde işlemeyeceği sonucuna varılmıştı. Bir kişinin ya da ailenin bütün gücü ölene kadar ellerinde bulundurması fikrinin mantıksızlığında hemfikir olmuştuk. Güç zehirlenmesine, yolsuzluklara ve liyakatsizliklere zemin hazırlamayacak bir yöntem belirlenmeliydi ve bize karşı galip gelen düşmanlarımızın yönetim şekillerine baktığımızda zaten böyle bir yöntemle yönetilmekte olduklarını görmüştük. Kararlaştırılan yeni yöntemle birlikte insanlar kendilerini yönetecek kişiyi belirleyecek, aradan belirli bir süre geçtikten sonra ise bu seçtikleri kişiyi bir başkasıyla değiştirecek ve bu sayede insanlar dışında hiç kimse mutlak güce sahip olamayacak ve toplum üzerine korku salamayacaktı. Bunun dışında diğer topluluklardan alacağımız çok ama çok önemli bir başka özellik daha vardı elbette. O da "ideal toplum" düşüncesinden uzak, bireyin özgürlüklerini temel alan bir anlayışla yönetimin sürdürülmesiydi. Kimse kimseden üstün olmayacak, hiçbir sebepten ötürü kimseye ayrımcılık yapılmayacak, herkesin herkese saygı duyduğu, huzur içinde kol kola yaşamak hedeflenecekti. Buna karşı çıkan ve eski yöneticilerinin özlemiyle yanıp tutuşan üç, beş kişi çıkmıştı ama böyle muhalifler her toplumda mutlaka karşımıza çıkan kişilerdi zaten. Tanrı bile tüm insanların kendisine iman etmesi durumunda onları helak edip aralarında inanmayanların da bulunduğu şekilde yeniden yaratacağını söylememiş miydi? Neyse, bu mektubu ne din ne de tarih dersi vermek için yazıyorum sana.


Belirlenen yönetim biçiminde insanlar kurucu babamızı yönetici olarak seçmişlerdi. O güzel komutan çoktan yaşayan bir efsane olmuştu bile. Kısa süre içerisinde sıfırdan bir şehir kurmuş, her şeyini kaybeden insanlara yeni bir hayat sunmuş, yepyeni bir toplum oluşturmayı başarmış ve insanlara geçmişlerinden dersler çıkarıp geleceğe odaklanmaları gerektiğini, karanlık çağlardan kalma düşüncelerin, yaşayış ve yönetim biçimlerinin geçersizliğini anlatıp kendilerini her daim geliştirip güncel tutmaları gerektiğini öğütlemişti. Yöneticiliği süresince şehir son hızıyla gelişip büyümeye devam etmişti. İnsanların refah düzeyi inanılmaz biçimde artmıştı. Gün geçtikçe zenginliğimize zenginlik katmıştık.


Fakat kurucu babamız henüz görevinin başındayken amansız bir hastalığa yakalanmış ve bir süre sonra da hayatını kaybetmişti. Senin de çok net hatırlayacağın üzere onun ölümünden hemen sonra yönetime seçilen kişi başlarda onun izinden gidiyordu ve ortada hiçbir sorun yoktu. Ancak zaman geçtikçe bu yoldan sapmaya başlamış, gizliden gizliye çeşitli tarikatlarla iş birliğine girmiş, şehirdeki her bir pozisyona kendi adamlarını yerleştirerek kendi ideolojisinin propagandasını yaymak için önünü açmıştı. Ve başarılı da oldu, yüzyıllardır bir kişi tarafından kendi ideolojileri doğrultusunda yönetilmeye alışan insanlar "Diğer tüm insanlara diz çöktürmeyi başaran atalarımızın öğretilerinden neden saptık? Bizleri dinimizden uzaklaştırıyorlar!" gibisinden düşünceleri içten içe dillendirmeye başlamışlardı. İkinci kez seçilmeyi bu şekilde başarmışlardı ve sen de seçildikleri günün akşamında şehirden kaçanlardan biri olmuştun. Omuz omuza verip hep beraber kurduğumuz şehrimizi bu kadar kolay bırakmaman gerektiğini ne kadar anlatmaya çalıştıysam da dinletememiştim. Şimdi acaba ben de mi o gün terk etmeliydim burayı diye düşünmüyor değilim.


Haberini almışsındır. Geçtiğimiz ay dördüncü kez tekrardan seçildiler. Sen burada yokken olanları kısaca anlatmaya çalışacağım. Halk her geçen gün daha da fakirleşirken bu yöneticiler git gide daha da zenginleşmeye devam ettiler. Her yere kendi adamlarını yerleştirdikleri için kimse ağzını açıp iki kelime laf edemiyor bu duruma. Zaten insanları öyle ayrıştırdılar ve öyle radikalleştirdiler ki birisi başımızdakilerin aleyhine ufacık bir şey söyleyecek olsa herkesten önce halkın içinden insanlar o kişiyi dövüyor ya da en iyi ihtimalle ağız dolusu küfürler yağdırıyor. Başımızdakiler, eski şehrimizin o başarısız yöneticilerini kahramanları olarak gösterip din adamı edasıyla vaaz verir gibi bir hitabet tarzıyla çıkıp kendilerinin kurtarıcı, tanrının yeryüzündeki gölgesi olduklarını iddia ediyor, herhangi bir muhalif düşünceye sahip kişiyi kâfir ve hain ilan ediyorlar. İnsanlarımız gerçekten acınası durumdalar. Günlerinin yarısından fazlasını zor işlerde çalışarak geçirip bir de hâlâ aç gezerlerken inatla başlarındaki bu kişilere inanmaya devam ediyorlar. Bir nevi fedakarlık yaptıklarını zannediyorlar.


Yıllarca bu insanlara kurucu babamızın ilkelerini hatırlatmak için çabaladım. Ne kadar mutlu olduğumuzu, birlik beraberlik duygumuzun son derece geliştiği, omuz omuza verip her türlü zorluğun üstesinden geldiğimiz o zamanları hatırlamalarını sağlamaya çalıştım. Bu yöneticilerin, toplumun dinî duygularını kullanarak kendi çıkarları uğruna işler yaptıklarını görmelerini sağlamak için uğraştım. Yıllarca başta kalıp halkın çoğunluğunun desteğini çeşitli manipülasyonlarla arkalarına almayı başarmış yöneticiler tarafından hain ve dinsiz ilan edildiğin zaman insanlara kendini inandırman çok zor oluyor, dostum. Çok ama çok zor oluyor.


O güzel komutanın ne kadar ileri görüşlü olduğunu çok iyi bilirsin. Böyle kişilerin günün birinde ortaya çıkıp halkı sömürebileceklerinden bahsetmişti ve yine haklı çıktı. Asla ve asla yanılacağını düşünmezdim ama geçtiğimiz aydan bu yana çok önemli bir konuda yanıldığını anladım, kardeşim. Şehri düzene sokup yönetim şeklini belirledikten sonra halka yaptığı o efsanevî konuşmasını hatırlıyorsundur. Tüm zorlukların üstesinden beraber geldiğimiz o günlerde henüz çiçeği burnunda şehrimizin çalışkan insanları hakkında çok güzel sözler söylemiş, onları övmüştü. Ne kadar zeki ve çalışkan olduklarını vurgulamıştı. Çalışkanlıklarına lafım yok; parmaklıklı penceremden dışarı baktığım zaman gecenin bu saatinde bile kazma, kürekle harıl harıl çalışan insanlarımızı görebiliyorum. Zeki olmaları konusuna gelirsek... Yok olmanın eşiğine gelme sebepleri olan çeşitli ideolojiler etrafında halkı şekillendirme çabasına girmiş otoriter rejime inatla bağlı kalmaları, cellatlarına inatla aşk beslemeleri pek de zeki olmadıklarını gösteriyor sanıyorum. Yanılıyorsam beni aydınlat lütfen, sevgili dostum. Ama yanılmıyorsam da zamanında bizlere halkımızın yüzde altmışıyla ilgili bilgi veren o sevgili yazarımızın, kimden bahsettiğimi çok iyi biliyorsun, bu konuda kurucu babamızdan daha haklı olduğunu üzüntüyle belirtmek isterim.


Neyse, kısa bir mektup yazarak seni uyarmayı amaçlamıştım ama konu uzadıkça uzadı. Biliyorsun konu tarih olduğunda kendimi durduramıyorum maalesef. Söylemek istediğim şey iki hafta sonra yüksek ihtimalle idam edileceğimdi. Henüz son karar açıklanmadı ama birbirimizi kandırmayalım, ikimiz de bu işin sonunu biliyoruz. Seni ilgilendiren kısımsa şu: Mümkün olduğunca uzaklara kaçmanı öneririm, sevgili dostum. Yaptıkları konuşmalarda duyduğum kadarıyla senin olduğun taraflara doğru operasyon düzenlemek gibi bir vaat veriyorlar halka. Halk ise olağanüstü bir coşkuyla karşılık veriyor bu vaade... Vazgeçtim, yanılmıyorum; kurucu babamız gerçekten de yanılmış.