Bir bakıyorum ki gece oluyor. Sanki birileri siyah boyalı fırçayı bardaktaki suyun içerisine sokuyor. Gece çöküyor ve kararıyor gün. Bir yerlerde, bir şekilde bizi resmediyorlar, farkında mısın? Bazı geceler tuvalin arkasındaki ressam ben oluyorum ve kelimelerle çiziyorum seni. Bazı zamanlarda ise oturuyorum yanına ve bir başka ressam çiziyor bizi. Bana bakıyorsun gözlerinin ucuyla ve gülümsüyorsun. Sen gülümserken zaman dudaklarında çatlıyor. Yavaşça eğiyorum kafamı omzuma doğru, beyaz renkteki tenine bakakalıyorum. Göz bebeklerim seninle beraber büyüyor ve sen resimlerdeki kadar güzelsin. Ah anıların kucak açtığı kadın! Biricik tuvalin sevdalısı, bugün ne kadar da güzelsin. Renklere diz çöktürüyorsun adeta ve bir bir bağışlıyorsun renkleri gözlerime. Her rengin içerisinde bir kadın vardır, sen de bilirsin bunu. Ancak özünde tek bir kadın, o da sensin. Gökkuşağı bereli, mavi paltolu kadın; atkın senin saçın öyle değil mi?
Günün renkleri palete karışmış hâlde ve sen kadın, günümü gün ediyorsun. Zamanın gün ışığı elmacıklarına düşüyor. Saçın omuzlarının hizasında ve kırmızı bir ruj alıp götürüyor dudaklarını yanımdan. Sevdalar şehrinde kurşuni bir köprü söylediğim sözler ve sen geçerken bu köprüden dalgalı denizim seni kıskanıyor. Gümüş, mavi, kırmızı ve sen. Adının bütün harfleri ve bütün renkleri ceketimin içinde duran bir vesikalıkta saklı.
Ah şu güneş, çok kızıyorum ona: renklere ulaştıkça seni hatırlatıyor bana. Ve ah şu ay, çok kızıyorum ona: renkleri gizlediği için benden. Ne yapmalıyım bilmiyorum. Çok da korkuya kapılıyor ellerim. Tir tir titriyorlar. Özlüyorum seni ve seviyorum da aynı zamanda görebildiğim bütün renkler kadar.
Eskimeden gel,
Tuvalin sevdalısı,
Renklerin kadını,
Zamanın ve günün kendisi olan,
Eskimeden gel,
Çünkü bir vesikalıkta saklısın.
(Ve Tersine, sayfa 37-38)