Siyah gölgelerin, boğazıma sarılan ellerinden sıyrılıp uyandım. Nefes nefese kalmıştım. Hemen başucumdaki suya sarıldım. Su bir anda çoğaldı, bardaktan taşmaya başladı. İki saniye içerisinde tamamen suların içinde kalmıştım. En korktuğum şekilde, boğularak ölüyordum. Son nefesimi verdiğim anda, bana yıllardır arkadaşlık eden ayıcığımın yüzüyle karşılaştım. Bir güne daha kâbusla başlıyordum. Yataktan zar zor çıkıp sendeleyerek yürümeye başladım. Aynanın karşısında gözbebekleri kocaman olmuş gözlerimle ve günden güne daha fazla çöken yüzümle karşılaştım. O anda karnımın içler acısı guruldamasıyla aç olduğumu fark ettim. Aynadaki yansımamı tek başına bırakarak mutfağa ilerledim. Mutfakta beni yavru bir fare karşıladı. Benden kaçmıyor, hesap sorarcasına yüzüme bakıyordu sanki. Bir anda gözlerim karardı. Vücudum bana isyan ediyor, artık bir şeyler yemem gerektiğinin sinyalini veriyordu. Sevimli misafirimi geride bırakıp buzdolabına yöneldiğim anda yavru farenin bakışlarını anlamlandırdım. Çünkü dolap bomboştu, o da muhtemelen bana bunun hesabını soruyordu. Sevimli misafirimin karnını doyurmak ve kalan sayılı günlerimi yaşayabilmek için dışarıya çıkıp yiyecek almam gerekiyordu.

İnsanları korkutmamak için normal bir insan kılığına bürünerek çıktım evden. Yürümeyi unutmuşum, ilk adımlar biraz sıkıntılı olsa da alıştım sonra. Hava sıcaktı ve muhtemelen bir pazar gününün öğle saatlerini yaşıyordum. Haftalardır evden çıkmamıştım. Gündüz uyuyor, geceleri de yemek bile yemeden sadece alkol ve sigara tüketiyordum. Kendimi, dünyayı, insanları, yaşananları ve yaşanamayanları sorguluyordum. Sorguladıkça da insanlara kızıyor onlardan kaçıyordum. Aslında belki de kendimden kaçmaya çalışıyordum. Çünkü geçmişte çok büyük bir suç işlemiştim. Şimdiye kadar vicdanımı susturmanın bir yolunu bulmuştum. Şimdi ise alzheimerli beynim her şeyi unutuyor, unuttuğu her şeyin yerine suçumu kopyalıyor ve vicdan azabımı her seferinde ikiye katlıyordu.

Bundan otuz yıl kadar önce bir ruh sağlığı merkezinde çalışmaya başladım. Şehrin dışında küçük bir bina idi. Sekiz hastamız ve yıllardır bu işi yapan iki uzman psikiyatr vardı. Ben yeni mezun olmuştum ve bu ilk işimdi. Heyecanlı ve hevesliydim, hastaların hepsini iyileştirmek için elimden geleni yapmaya hazırdım. Buradaki uzman psikiyatrlardan ve hastalardan yeni şeyler öğrenecek olmak da mutlu ediyordu beni.Zaten insan ruhuna ve delilik makamına olan ilgim büyüktü. Hemen arkadaş oldum oradaki hastalarla. Birbirimize sürekli hikâyeler anlatıyor, oyunlar oynuyor bazen de birlikte hüzünlenip ağlıyorduk. Hele içlerinden bir tanesi var ki gerçekten dostum olmuştu.

Çocukluğundan beri öğretmen olmak hayaliymiş, çok çalışıp gerçekleştirmiş de hayalini, edebiyat öğretmeni olmuş. Edebiyatın insanı ehlileştirmek için var olduğunu söyler, şiirler okur, hikâyeler anlatırmış. Kısa sürede hem öğrenciler hem veliler tarafından çok sevilmiş. Sonra askerlik görevini yerine getirmek için ara vermiş öğretmenliğe. Askerlikte yaşadığı şeylerden çok etkilenmiş. Bir sürü arkadaşını şehit vermiş, kan görmüş, soğukta titremiş, çaresizliği yaşamış. Şimdiye kadar kalem tuttuğu ellerine silah sıkıştırılmasını kabullenememiş bir türlü. Sürekli sinir krizleri geçirmiş ve görevini tamamlayamadan dönmek zorunda kalmış. Bu durumu öğrenen veliler bir meczubun, çocuklarına ders vermesini istememişler ve böylece çok sevdiği mesleğini de bırakmak zorunda kalmış. Sonra yolu bir şekilde buraya düşmüş. Bunları bana uzman psikiyatrlardan şişman olanı anlatmıştı.

Şimdi ise sürekli kitap okuyor daha sonra okuduğu kitapları bize anlatıyordu. Her kitabın sonunda insanın bencilliğinden, açgözlülüğünden, bitmek bilmeyen istekleri olduğundan ve dünyanın sonunu getireceğinden bahsederdi. Bir gün kendi kendine konuşurken buldum onu. Odada yalnızdı ama sanki birisiyle tartışıyormuş gibi konuşuyordu. Aralık olan kapıdan içeri süzüldüm, arkası bana dönüktü, içeri girdiğimi fark etmedi bile. Konuşmaya devam ediyordu:

— Selim Işık neden intihar etti?

— Çünkü o, bu dünyayı sevmedi.

— Hayır, dünyayı değil insanları sevmedi. Peki ya George, en yakın arkadaşı Lennie’yi neden öldürdü?

— Lennie bu dünyaya uyum sağlayamıyordu.

— Hayır, George başka arkadaşlar edindi ve Lennie’ye ihtiyacı kalmadığı için onu öldürdü. İnsanlar kötü, insanlar çok kötü, başkalarının yaşamasına bile izin vermiyorlar. İnsanlar bencil, sadece kendilerini seviyorlar. İnsanlar açgözlü asla, doymuyorlar.

Bağırıyordu, yine krize girmişti. Hemen yatağına yatırdım. Verdiğimiz ilaçlar onu asla sakinleştirmezdi. Onun ruhuna sadece şiir ve müzik iyi geliyordu. Marjan Farsad’ın Lullaby For Bunnies şarkısını açtım. Çok vakit geçmeden sakinleşti ve uyudu.

Uzman psikiyatrlar pek ortada görünmezlerdi, günün belli saatlerinde hastalara testler uygular, sonra benim bile girmeme izin verilmeyen o gizemli odalarına kapanırlardı. Beni asla aralarına almıyorlar, yaptığı işlerle ilgili hiçbir şey bilmemi istemiyorlardı ve bu durum benim sinirlerimi bozuyordu. Ama ben ne yapıp edip onların o odada ne gizlediklerini öğrenmeye karar vermiştim.

Bir gün şişman olan tek başına geldi, arkadaşının gelmeyeceğini kendisinin de küçük bir işi olduğunu, onu halledip çıkacağını söyledi ve gizemli odaya kapattı kendini. Ben de o odaya girmenin fırsatını bulduğumu düşünerek elime bir bardak çay alıp kapıyı bile çalmadan gizemli odaya daldım. Benim odaya dalmamla onun yerinden fırlaması bir oldu. Balon gibi yanakları sinirden morarmıştı.

— Ne yapıyorsun sen, diye bağırdı. Öyle bir bağırdı ki elimdeki çayın yarısıyla ellerimi haşladım.

— Eee… Şey, çay getirmiştim efendim, diye kekeledim.

— Senden çay isteyen mi oldu, çık hemen dışarı. Bir daha da vazifen olmayan şeylere burnunu sokma!

— Özür dilerim, bu kadar sinirleneceğinizi tahmin edemedim, diyerek çıktım odadan.

Sanırım, içeride gördüklerimden sonra bende o balon yanaklı gibi morarmıştım. Duvarlardan bir tanesinde beyin anatomisi ve fizyolojisini gösteren kocaman bir tablo vardı. Diğer duvar ise hastaların fotoğrafları ve onlara ait bilgilerle kaplanmıştı. Dikkatimi çeken ise daha önce görmediğim ama hasta olduklarını anladığım kişilere ait üzeri kocaman çarpılarla işaretlenmiş iki fotoğraftı. Ben hala gördüklerimi anlamlandırmaya çalışıyor, hastaların üzerinde nasıl bir oyun oynandığını kestirmeye çalışıyordum.

Şişman psikiyatra göre uzun ve daha akıllı olan diğer psikiyatr geldi. Şişman, bugün onun gelmeyeceğini söylemişti, sanrım arayıp benim odaya daldığımı söylemiş, o da bütün işini gücünü bırakıp koşarak buraya gelmişti. Neydi onlar için bu kadar önemli olan? Meraktan çıldırıyordum. Acaba şimdi içerde ne konuşuyorlardı? Ben bunları düşünürken gizemli odanın kapısı açıldı, ayak seslerinin odama yöneldiğini hissediyordum. Çok geçmeden balon yanaklı, şişman psikiyatr odamın kapısında belirdi ve benimle konuşmak istediklerini söyledi. Şimdi o önde ben arkada gizemli odaya doğru yürüyorduk. Artık gizemli odanın bütün sırrını öğrenecektim ya da benim fotoğrafımın üstüne de bir çarpı işareti konacaktı, bilemiyordum. Bir yandan korkuyor o odaya girmek istemiyordum ama bir yandan da içerde ne döndüğünü öğrenmek için bir an önce içeri girmeye can atıyordum. İşte o an geldi. Şişman meslektaşım açtı kapıyı, önce benim girmemi bekledi, sonra kendisi girdi ve kapıyı kapattı.Diğerinin kafası yerdeydi, bizim içeri girdiğimizi fark edince kafasını kaldırıp gülümsedi. Ben de gülümsemeyle karşılık vermek istedim ama dudaklarım bile gerilmişti, gülümseyemedim. Şişman olan arkadaşının yanına oturdu, bana da oturmam için karşılarındaki sandalyeyi gösterdiler. O an kaçıp gitmek istedimse de mecburen oturdum gösterdikleri sandalyeye.Söze uzun olan başladı:

— Bu oda arkadaşım ve benim için çok önemli. Çünkü biz bütün araştırmalarımızı burada yapıyoruz. Şimdiye kadar yaptığımız bütün çalışmalar, iyileştirdiğimiz bütün hastalar hatta kendi keşfettiğimiz yeni bilgiler yani çalışma hayatımız boyunca elde ettiğimiz bütün bilgiler burada. O yüzden buraya bizden başkasının girmesini pek istemeyiz.

— Ben, özür dilerim sizden habersiz odaya girdiğim için ama kötü bir niyetim yoktu.

— Odayı gördün, bütün bunların ne anlama geldiğini merak ediyorsundur.

— Evet, yalan söyleyemeyeceğim. Ne üzerinde çalıştığınızı ve hastaların üzerinde yaptığınız testleri merak ediyorum doğrusu.

— Birkaç yıldır yeni bir ilaç üzerinde çalışıyorduk şimdi o ilacı tamamladık ve hastalara veriyoruz. İşe yarayıp yaramadığını ölçmek için de testler uyguluyoruz. Epey ilerleme kaydettik.

— Peki, şu duvardaki işaretlenmiş fotoğraflar, onlar kim?

— Onlar ilacı geliştirme aşamasındayken ilacı uyguladığımız hastalar.

— Yani diğerlerini iyileştirsin diye yaptığınız ilaç, onları öldürdü.

— Senin de söylediğin gibi onlar öldü ama onların sayesinde bu ilacı geliştirip bir sürü insanı iyileştirme imkânı sağladık.

— Kimse neden öldüklerini araştırmadı mı?

— Buradaki hastaların hepsi özel olarak seçildi. Hiç birinin arkasından nasıl öldüğünü sorgulayacak bir tanıdığı bile yok. Onların da yoktu, raporlarına da aşırı dozda ilaç alıp intihar ettiklerini yazdık.

— Bu acımasızlık. Siz nasıl olur da insanların hayatlarını hiçe sayarsınız, göreviniz onları iyileştirmekken nasıl ölümlerine sebep olabilirsiniz?

— Olaylara hala duygusal yaklaşıyorsun oysa bilimin gelişebilmesi için duygularınla değil aklınla hareket etmen gerekir.

— Hem psikoloji alanında çalışıp hem duyguları yok saydığınızı mı söylüyorsunuz?


— Hayır, tabi ki duyguları yok saymıyoruz. Ancak bazı bilimlerin ilerleyebilmesi için birkaç kişinin kendini feda etmesi gerekir. Bu durum bizim alanımızda da böyle. Bilim evrenseldir, onların sayesinde elde edilen bilgiler pek çok kişi tarafından kullanılıyor, pek çok araştırmada bilim insanlarına yol gösteriyor, geride kalan birçok hasta onlar sayesinde normal hayatlarına dönebiliyorlar. Yani onlar kurban değil, kendileri gibi pek çok hastanın kurtarıcısı oluyorlar.

Şimdiye kadar bizi dinleyen şişman psikiyatr söze girdi:

— Biz senin de bizimle çalışmanı istiyoruz. Şimdiye kadar pek çok çalışma yaptık, bizden sonra da çalışmalarımızı devam ettirip ilerlemeni istiyoruz. Gördüğümüz kadarıyla işini seviyorsun ve bu alanda en iyilerinden olmayı hak ediyorsun. Hem inan bana bu şimdiye kadar hep böyle sürdü, bundan sonrada böyle devam edecek. Sen yapmazsan başkası yapacak.

— Ben biraz düşünmek istiyorum. Yarın cevabımı bildiririm.

— Tamam, karar senin ama geleceğin için iyi düşün.

Odadan çıktım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Başım dönüyordu. Kendimi dışarı attım, uzun uzun yürüdüm. Sonunda güç, para ve tanınma arzusuna yenik düşüp kabul ettim tekliflerini. Artık gizemli odada üçümüz çalışıyorduk. Kendimi kaptırmış, onlar gibi olmuştum. Hastalarla geçirdiğim o güzel vakitleri gizemli odada araştırmalar yaparak geçiriyordum.

Neredeyse iki yılımı böyle geçirdim. Bu süreçte yeni bir ilaç geliştirmiştik. İlk deneme için hikâyeler anlatan dostumu seçmiştik. İşler beklediğimiz gibi olmadı biricik dostumun vücudu ilaca farklı tepkiler verdi ve onu yavaş yavaş öldürdü. Hayatı boyunca anlattığı hikâyelerdeki insanlar gibi bizde açgözlülüğümüz ve bencilliğimizle onu öldürmüştük.

O günden sonra işi bıraktım. Hiç kimseye hiçbir şey söylemeden çekip gittim. Farklı şehirler gezdim, farklı insanlar tanıdım, farklı işlerde çalıştım ama asla unutamadım, kendimden kaçamadım.