Üzücü Youtube yorumlarından tutun, Grimm'in masallarına her deklarasyon, bir şeyler yaşatmak içindir. Korkuyorum kendimden başka bir şeyi benliğime katmaktan. Bir Divanyolu düşündük, ben kimdir? Basit bir soru gibi gözüküyor ama farklı katmanları barındırıyor. Belki hayat dediğimiz mücadelenin ana sorusu budur. Neyi sevdiğime hiçbir zaman karar veremedim, bir zamanlar bayıldığım şeyler şuan bulantı yaratıyor. İşte o yüzden ''ben''in sabit kalması mümkün değildir, sevdiklerimiz bile bu kadar değişirken, hayallerimiz, Theseus'a gerek yok bunu düşünmek için, biz nasıl sabit kalabiliriz ki? İnsan bir hamur gibidir, yoğrulur yoğrulur maalesef fırıncımız çok kararsızdır, onu odunların insafına bırakmaz. İşte katılaşamadan ölür gideriz, bir şekil verilmez, ''oluştan'' ibarettir. Bunu Varoluşcuların safsatalarından öteye götürüyorum, insan kendini oluşturamaz. Çünkü oluşturulan şeyler, ölçülebilir olmalıdır. İnsanın oluşturdukları ancak sınırsız benliğinden durağan parçalardır, bir anın yansımalardır. Ancak insanın sınırları gerçekten belli değildir, Kant aklıma geldi limit ve sınırlar üzerine tartışması ama gerçekten ne dediğini tam olarak anlatacak kadar bilmiyorum. -Bak bilmediğim bir şey daha çıktı Groschen yaz bunu o güzel listene- o yüzden insanı kalıplara oturtmak, ideolojilere, dinlere itmemiz gerekmektedir. Bir kutu olmadan, su bir anlam ifade etmez. Ama özgür denizler diyeceksiniz! Onlar da sınırlıdır, şu dünyada sınırsız olan iki şey vardır, ilki olmayandır. Dolaylı olarak bir hacim kaplamadığından bir sınırı yoktur, ikincisi insandır. Garip bir şekilde insanın fiziki bir varlığı olsa da aklın fiziki sınırları olsa da hayal dünyası sınırsız olan ve ölçemeyeceğimiz azsayıda şeyden biridir. Yokluk fikrini bir varlık olarak almak bazı görüşlere göre baştan bir hatadır ancak neden olmasın, laf salatası pardon felsefe yapıyoruz sadece. He gün gelir onu da çözer bilimin askerleri, o zaman antik felsefeyi çöpe attığımız gibi benim şuan oradan buradan karaladıklarımı da aynı çöplüğe atarız. İşte böyle sorunlar kurcalıyor kafaları, özür dilerim bunlarla başını ağrıttığım için. Basit şeylerden bahsetmek istiyorum ancak bulamıyorum, bu beni sinirlendiriyor. Yıldızlarda yaşamak istiyorum, bir şeyler yaşamak. Koşmak belki de, bir insanın temel içgüdüsü ile hareket ederek, sevmek istiyorum belki de ama insana dair şeylerin büyük bir kısmı bende tiksinti uyandırıyor. Ancak bu çelişik bir nefret, kendime duyduğum nefret belki de, çünkü sevdiğim her şey insan yaratımı, sevmediğim her şey de insan yaratımı. Doğa bende duygular yaratamıyor, bir manzarayı kendi gözümden görmektense Homer'den, Monet'den, Corot'dan ne bileyim Turner'dan görmeyi tercih ederim. Heykellere aşık olmamamın sebebi onun sınırlarının olmasıdır. O yaratılmıştır, yolculuğunu tamamlamıştır, belki bu yüzden bizden daha şanslıdır. İşte ben o sınırsız rüzgarlarda uçmak isterdim, çok fazla şey istediğimi biliyorum. Her türlü istek, -nefes almak için beynimizin, kalbimize gönderdiği o zorunlu emirler bile- içinde bir gariplik barındırıyor Bu kadar koordineli olmamalılar. İki insan birbirini tamamlayamaz değil mi Groschen? Ben kendimi bile tanımlayamıyorken, onu nasıl tamamlarım? O kaosun içinde yaşamak isterdim, kuralları aşmak. Tutkuyla geceleri dışarı çıkmak yeniden, -ve nefes alırken büyük bir heyecan duymak- bunu neden yapmadığımın cevabı kanun kitapları ve günümüzün makine çarkları ile alakalı. -Ve benim artık kuruyan bir nehir gibi duran ruhum ile alakalı, sınırsız olması, sınırları zorlayacağı anlamına gelemiyor maalesef- Garip bir şekilde bazı şeylere muhtaç olmak istiyorum, bu beni insanlaştırıyor. Alt-üst ilişkisi değil, suya duyduğum açlık gibi, yollara duyduğum o sonsuz tutku gibi.