Hep bir ağızdan şarkılar söylüyoruz. Hep bir ağızdan acılarımızı paylaşıyoruz. Zaman acımazsızca indirirken gökyüzünden güneşi, telaş içinde bir yerlere koşuyoruz. Aceleci tavırlar ve davranışlar sergiliyoruz. Olmadığımız bir kimliğe bürünüyoruz. Var mıyız? Yoksa yok olmaktan mı korkuyoruz? Karar veremiyorum çoğu zaman. Çoğu zaman nefes almak bile yakıyor ciğerlerimi artık. Hayat. Ya da adına her ne diyorsak. Seni gün ışığını yakalamaya ramak kala karanlığına geri çekiyor. Hepimiz zamansız işler peşindeyiz. Sayısızca çektiğimiz fotoğraf, güldüğümüz yüzlerce video, yanında huzurlu davrandığımız ama kaçtığımız onca şey. Elle tutulur bir yanı yok hiçbir şeyin. Farkındayız. Güzel ve mutlu gözükmek zorundayız. Acıdan kim anlar? Sevmeyi kim bilir? Başlangıçlarımız oluyor, her yeni güne bir umutla başlıyoruz. Kimimiz seviyor, karşılığını alanlar çok şanslı. Kimimiz ay sonu gelsin diye bekliyor. Kimimiz dünyaya gözlerini daha yeni açıyor. Konu ben değilim. Konu sen de değilsin. Konu büyük bir yapbozun parçaları olan bizler. Ancak birleştiğinde bir anlamı olan ufak ve değişik parçalar. Gün boyu maruz kaldığımız düşünceler, insanlar, davranışlar. Bizleri buna zorunda bırakan döngüyü anlamaya çalışmak dahi istemiyorum daha fazla. İçinde telaştan başka bir şey olmayan bu döngüyü hazmetmek oldukça zor olsa gerek. Ah biz yok muyuz ama! Her şeye yine de bir anlam yükler, bir kulp buluruz ona uygun. Bu sözcükler kalemime ilmek ilmek işlenirken, sen hastanede ameliyathane önünde bekliyor olabilirsin; bir tramvayda, bir terminalde ya da evinde sözde rahat olduğun o koltukta boylu boyunca uzanmış okuyor olabilirsin bu saçmalık dolu cümleleri. Hepimizin derdi aynı. Koskoca evrende, düşündüklerimiz bile aynı. Kibrimizde boğuluyoruz. Ruhsuz bedenler olarak karşıdan karşıya geçiyoruz. Kimselerin takati yok artık durup güzelliklere gülümsemeye. Kimselerin sesi çıkmaz artık elle tutulur haksızlıklara bağırmaya. Yetmez canım insan. Yetmez. Bardak hep boştur. Dolu tarafı hayal edilmez bu diyarlarda. Küçüklüğümde evin köşesinde duran devasa vitrine bir anlam yükleyemezdim. Annem hep misafirler için derdi. Dokunulmazdı. Kullanılmazdı. Alt tarafı iki üç tabak neden bu kadar önemli olsundu ki? Mesela bu da hepimizde vardı. Ve bizler büyüdükçe hayatlarımızın köşesine bir vitrin iliştirdik. İyisiyle veyahut kötüsüyle her şeyi koyduk o raflara. Dokunmak isteyenler dokunamazdı. Rafa kalkan duygular kullanılamazdı. Nasıl da ilişmiş evde duran camdan bir tahta hayatımıza. Hapsetmiş içgüdüsel bizi oralara. Amaannnn diyorum artık. Artıklarım fazlalaşıyor, fırlatıyorum camdan olan her şeye. Bak nisan geldi geçiyor. Bahar bile rengini vermeden sessizce gidiyor. Zehrimi akıtmak istiyorum en keskin satırlara, En fazla mürekkebi olan kalemimle. Ahh çok uzak kaldık! Şimdi geç ve bak karadan. İzle geçmişini. Senin de benliğine yakın olanlar karadan bakınca gözükmeyecekler artık. Hadi şimdi bir su iç. Her şeye ve herkese rağmen. İçindeki öfkeye ve kibre, seni senden eden düşüncelerine, ailene, arkadaşlarına, saç teline zarar gelse dünyayı yakıp yıkacağın insanlara... bunlara rağmen bir yudum al. Yutkunmakta zorlanacaksın, zorlan. Artık fırlat, kır ve dök.