Çokluğun üstünden asırlar geçmiş gibi. En son ne zaman isteyerek güldüm hatırlamıyorum. Bu aralar darlayan bir sis hakim, önümü görmeme izin vermiyor. Meselenin ne olduğuna karar vermeye çalışıyorum ve neden bu yazıya başladığıma… Sorularım uzayarak zincirleniyor aklımda. Görüntüler, sesler, anılar, üzüntüler, en ücra ve tenhaya sığınan duygular. Kargaşan seni de uykundan ediyor, biliyorum. Uykusuzluğun, ıslanan yastıkların, şişen gözlerin ve artık kırılan kalplerin normalleşmeye geçtiği bir dönemdeyiz. Anormal olacak şekilde normalleşiyoruz. Omzuna sığındığın insanların azaldığını iliklerine kadar hissediyorsun. Yokuş aşağı koştuğun mahallede boyundan büyük artık sanki yapılar, onlar mı büyüdüler, yoksa sen mi küçüldün şu dünyanın sokaklarında? Annen daha mı kederli? Baban sanki daha huysuz... Arkadaşların daha bir hayat telaşındalar, lisede merdivenden gülerek indiğin, ilk masa örtünü serdiğin, silgini paylaştığın, aşık olduğun, güvendiğin insanlar onlar değilmiş gibi sanki? Hayır, bunları ben yazmıyorum. Zihnim karadeliğinden çıkan taşların hepsini dünyanıza fırlatma görevini üstlenmiş gibi saldırgan ve görevine bağlı. Ellerim nasıl kullanılır, bunca hüznü ve yanılmışlığı taşır da kalemi nasıl tutacağını bilmez? Evet sayın okuyucu, cümlelerim fazlasıyla dağınık ve karma. Bunun bilincinde olarak bu yazıya devam etmek oldukça yıpratıyor olsa da merhametsizce devam edeceğim. Gecikmiş bir doğum bu, sürekli ertelediğim ve içimden sağ çıkmayan bir çocuk oldu bu kelimeler. Ölü ve küçük bir beden, benden bir parça. Her şey gayet yolunda. Ayrıca çabalarımın bir adı olmak zorunda da değilmiş. Hayat biraz da böyleymiş aslına bakarsan. Aslına bakarsan sen bile sen değilmişsin. Aynaların gerçekten seni yansıttığını mı düşünüyorsun yoksa? Ahhh, salla gitsin!

Vitrindesin; her gün, her saat izliyorum seni öylece. Telaşın ayaklarına dolaşıyor, takılıp yuvarlanıyorsun. Kalabalıktan kaçayım derken iğne atsan yere düşmez yerlere çekiliyorsun. Gökyüzüne bakman gerekiyor, derin bir nefes almak ruhunu diri tutmak için yeterli sanki ama göğü delen, havayı kirleten buluşlara rastlamış insanoğlu. Sahi, fütursuzca dans etmek, bağıra bağıra şehrin göbeğinde gezme isteğini neden bastırdın hep? Sana dayatılan sistemin kölesi olmak mantıklı mı geldi? Bir ömrü sadece geçinmek için heba edeceğini anlatma bana sakın lütfen. Varlığından haberi olmayan gemilerin limanı bulmak gibi bir gayesi olmaz. Sen varlığından haberdar mısın? Kısır döngüye hapsolmuş bir fareden farkın kalmadı artık. Deneysiz günün yok. Delik deşiksin, parçalanıyorsun. Artık labirentten çıkma zamanı. Düşünme, düşünme ve düşüncesizlik çağı. Düşüncelerinden korkma! hayır efendim, senin de söz hakkın var lanetlenmiş topraklarda. İçimde yıkılan tabulardan söz etmeyeceğim sana. Şimdi kulaklarını tıkayacaksın, asanı hayatının kontrolünü sağlamaya çalışanlarına yönelteceksin, sonrasında sırayı sen belirle. Eksildikçe çoğal, çoğaldıkça eksil. Hayatın ritmi sensin, sesini aç radyonun. Ne kalbin ne de beynin değil yöneticin. Yeniden yaşamanın hep bir yolu vardır. Unutma, betondan da yeşerir çiçek. Unutma, duvarlar dost, yastığın omuz olur. Unutma; etten, kemikten ibaret değilsin. Özelsin ve böyle çok güzelsin. Şimdi omzunu sıvazla ve her bir cümlemi tekrardan hatırlamak için unut…