İlkokula gittiğim günlerdi. Daha gün gibi hatırlarım. Vitrin, annem için kıymetli, paha biçilmez bir değere sahipti. Gözünün nuru gibi koruduğu çeyizinin bir parçasıydı vitrini. Geniş bir aileye sahip olduğumuz için çok fazla odamız yoktu. Evimizin bir salonu ve üç küçük odası vardı. Hatta salonun içinde ufak bir banyosu vardı. Avlu denilen dış bölümde ise su varilimiz bulunurdu. O kadar farklıydı ki müstakil iki katlı evimiz. Tabii ev nenem ve dedeme aitti, alt katında tamamen kiracılar oturuyordu. Mutfağın içeriden her iki odaya kapısı açılırdı. İki küçük odaların birinde adeta annemin gözü gibi koruduğu hatıraları, hazine değerinde olan vitrininde saklıydı. Annem için özel olan misafirler vitrin odasında ağırlanırdı. Vitrin odasına çok önem verirdi. Vitrini, alt ve üst kısımları dolaplı bölmeler, orta kısmı ise camekânlı şekilde camdan oluşan çerçeveli bir alandı. Orta bölmesinin de üç bölümü vardı. Orta kısmı ise kocaman iki hoparlörü olan büyük teybin konulduğu yerdi, diğer alt ve üst kısımları ise dolaplı cam eşyalarının konulduğu alanlardı. Vitrinin rengi adeta kar beyazı gibi bembeyazdı. Çiçek desenleri ve yapraklarıyla motif motif işlenmiş nakışlar gibiydi. Özellikle vitrinin camekânlı kısmında annemin fincanlarının altına serilmiş gösterişli ve el işi emeğinin bir parçası olan dantelleri, dikkatleri üzerlerine çekmekteydi. Belki de bu yüzden vitrin odasıydı. Hâlâ şimdi, o dönemden kalma çeyiz sandığında sakladığı ince tığla işlemeli dantelleri ve sehpa örtüleri kalmıştı.
Vitrinin camekânlı bölmelerinin bir tarafında porselen tabaklar, bir tarafında çorba kaseleri, bir tarafında kahve fincanları ve altlıkları üst üste dizilmiş, kahve cezvesi ortasında dizayn edilmiştir. Bir tarafında çay ve su bardakları düzgün bir şekilde sıralı hâlde yerleştirilmiştir. Dikkati üzerine çeken en önemli detay ise tüm bu eşyaların altlarına annemin el işi, göz nuru olan ilmik ilmik tığla işlenmiş dantelleri konulmuştur.
Bir gün ablam ve ben annemden gizli vitrin odasına girmiştik. Onunla birlikte evcilik oyunu oynayacaktık. Öyle planlamıştık. Eskiden gazeteler üzerinden ekler verilirdi. Posterler, afişler, hediye ekleri bir de bizim oynayacağımız kartondan barbie benzeri bebekler. Giysi, ayakkabı, elbise, şort, takı gibi ekleri kapaklı kartonundan keserek bebeklerimize giydirmeye çalışırdık. Değişik tarzdaki elbiseleri, takıları her birimizin çocuklarıymış gibi giydirip evcilik oyununu oynamaya başladık. Ablamla karşılıklı oturduk vitrin odasında, tıpkı bizim eve gelen çocuklu misafirlerin taklidini yapar gibi çoluk çocuk havadan sudan sohbete başlamıştık. Sonra ablama kahve yapmak istedim, evcilik oyununun bir sahnesiydi. Vitrinden kahve cezvesi alıp, bir de fincan ve altlıklarını da bir tabağa koyup odanın bir köşesini mutfak gibi yapmaya çalıştık. Ablamla karşılıklı konuşmaya başladık, ablam;
-Hiç zahmet etmeyin Zeynep Hanım.
Ben;
-Ne zahmeti Fatma Hanım, kırk yılda bir geliyorsunuz. Bir kahvenin lafı mı olur. Bir kahvenin kırk yıl hatırı var derler. Bizim de hatırımız vardır sizde. Hem sohbet güzel. Çocuklarımız da oynuyorlar rahat rahat dedikodu yaparız ne olacak. (Çocuk aklı neler söylemez ki, dedikodu yapmaya devam eder)
Ablam;
-Duydun mu olanları Necla Hanım. Bizim Fadime evine yeni bir vitrin almış öyle güzel öyle güzel ki, bir de kendisi beğenmiyormuş. Acaba daha gösterişli, herkesten farklı bir vitrin mi alaydım diye söylenip durur. El alemin vitrin alacak parası yokken kendisi yakınıp durur. Zaten gözü doymaz böylelerinin, açgözlü Fadime daha fazlasını istiyor, ne de olsa parası bol, kocası iş adamı, kadının rahatına diyecek yok. Ama yine de huzursuz ve şikâyetçi hayatından. Sonradan görme olunca ne yapacağını bilemez.
Ben hem dinliyor hem de kahveleri pişiriyordum. Kendi kendime söylenip duruyordum. “Ah ah keşke benim de olaydı benim de ah ah…”
Ben;
-Kahvelerimiz de hazır. Buyurun Necla Hanım.
-Teşekkür ederim, bol köpüklü olmuş. Eline sağlık Zeynep Hanım.
-Afiyet olsun. Çok özlemiştim iyi ki geldin kız, iyi yaptın çoluk çocuğu getirerek. Onlar da mutlu oldular. Değişiklik iyi geldi çocuklara. Bak ne de güzel oturmuşlar birbirleriyle konuşuyorlar.
- Aynen ya kız, ben de özlemiştim uzun zaman oldu görüşmeyeli, iyi geldin bana. Biraz rahatladım, içimi döktüm sana.
Tam da evcilik oyunumuz iyi gidiyorken ve kahvelerimizi şakadan yudumlarken annemin bize seslenişiyle irkilir olduk. Aha annem geldi, ablamla benim korkumuza diyecek yoktu. Bir yandan etrafı, kağıttan kestiğimiz bebeklerimizi toplamaya çalışırken bir taraftan da kaçacak delik arıyorduk. Bir taraftan da vitrinden çıkardığımız kahve fincanı ve altlıklarla kahve cezvesini çıkardığımız vitrinin bölümünde aynı diziliş şekliyle düzenlemeye çalışıyorduk. Tam o esnada “taaaak” diye bir ses. Ablamın koluna taktığı bileklik annemin işlediği dantele takılıvermişti, o da kolunu çekiştirince istemeden kahve fincanlarından biri kırılıvermişti. Artık çaresiz ne yapacağımızı bilemeyecek bir durumda ablam ve ben şaşkın, tedirgin, korku ve üzüntü haliyle karışık tüm duygu durumlarını yaşamış bir vaziyette birbirimize bakıverdik. Yaşadığımız tüm bu olaylar annemin bir vitrin odasında gerçekleşmişti.