Bu kez iyice abartmıştı. Benden küçük olmasa yüzüne okkalı bir tokat patlatırdım ya da ambulansta olmasak. Her seferinde daha ne kadar ileri gidebilir ki diye düşünürken beni durmaksızın şaşırtıyor. Ambulansın önünde olayı anlatmaya çalışırken bile delikanlılığından ödün vermedi. Sonunda beni bile sinirlendirdi. Ambulansın içindeki sedyeye uzanmadı, kolunu göğsüne yapıştırıp oturunca öylece dışarı baktı. Dertlenmesini anlıyorum ama sadece kendine zarar veriyor. İnsan her sinir krizinde hıncını duvarlardan almaz ki. Haksız mıyım diyebileceğim bir arkadaşı bile kalmadı yanında. Herkes sadece korkusundan selam veriyor, biliyorum.


Yol da amma uzadı diye düşünürken bu kez başka bir acile gittiğimizi anladım. Dönüp Osman’a baktım, onay verirmiş gibi başımı salladım. Sadece başımı sallamadım aslında bir de manasızca gülümsedim. Neyse ki karşılık buldum, yoksa iyice sinirlendirirdi beni. Hastaneye varınca sedyenin üstünden indi. Yanına yaklaşıp sağlam kolunu tuttum ve inmesine yardım ettim. Keyiflenir gibiydi. Ambulansın önünde hızlıca bir sigara döndürelim dedim. Ambulansın şoförü yüzümüze ‘’Bu yaşta sigara mı içilir?’’ der gibi bakıyordu. En azından Osman’a böyle baktı. Bir an şoförün sigara içtiğimizi yurt belletmenlerine uçuracağını düşünüp bir de ona sinirlendim. Ambulansın içindekiler işlerini bitirip çıkınca sigarayı Osman’ın ağzından çekip uzak bir yere salladım. Sonra koşar adım onları takip etmeye başladık. Acile giriş yapınca burada işlerin farklı yürüdüğünü anladım. ''Çocuk Acil'' yazan yere doğru yürürken öncekiler gibi 47 yaşındaki bir adamın apandis patlamasını bekleyeceğimiz absürt olayların olmayacağına sevindim. Osman bunları düşünmeyecek kadar saftır, o yüzden severim onu. 


Çocuk acile girince Osman gibi bunları akıl edemeyecek kadar saf olsaydım diye düşündüm. Çünkü apandis olayını arayacağımız bir hengâmeyle karşılaşınca yine sinirlendim. Osman kadar sinirlenmedim. Osman çok sinirlenir, o yüzden üzer beni. Hengâmenin ortasına girince sinirimin yerini büyük bir sıkıntı kapladı. Osman’ın yüzüne baktım, o daha çok acısını gizlemeye çalışıyor gibiydi. Doktor beklemesini söyleyince yanımdaki boş koltuğa boş bakan gözleriyle yanaştı. Ne olduğunu sorunca yüzüme gülümsedi, bir şeyler söyledi sonra. Bekleyeceğimizi anlayınca çok dikkate almadım. Cümlenin arasında gelen ‘’Kusura bakma abi.’’ lafı sinirimi yatıştırdı. Sorun olmadığını babacan bir tavırla elimi omzuna atıp göstermek isterken ağrıyan koluna dokununca tüm havamı bir küfürle bozdu, yine sinirlendim.


Sinirim hızla can sıkıntısına bozunca ilgim Osman’a kaydı. Öylece baktım yüzüne. O da bana baktı. Canının acısını artık gizleyemiyordu ve çok beklediğini yine bir küfürle belirtti. Bu sefer iyi oturtmuştu küfrü, güldürdü beni. Beklemekten ikimizin de canı sıkılınca birbirimize salça olmaktan başka bir şey gelmedi aklıma. Her zaman yaptığım gibi saçma sorular yönelttim Osman’a. Fazla paralara neler yapabileceğini sorarken canının acısını unutur gibi oldu, o da gülmeye başladı. Yurt belletmenlerinin verdiği telefon o çirkin sesiyle cırlayınca ikimizin de gülümsemesi silindi. Telefonu hemen açtım ve Ayı Cevdet’in uykulu sesiyle geç kaldığımızı nazik(!) ifadeleriyle anlatışını dinledim. Niye gelemediğimizi anlatmaya çalıştım ama çok anladığını düşünmedim. Telefonu kapatınca bir küfür de ben patlattım. Hem Cevdet hem de hastane nasiplendi küfürden, ikimiz de güldük.


Sonunda Osman’ı mavi gömleklilerin peşine takabilmeyi başarmıştım. Sırada olduğumuzu onlara belirtmemiz gerektiğini Osman’a söylemedim. Biraz hava kattım işin içine, bağırmasam onlara daha çok beklerdik dedim ama adamlara çok kibar yaklaşmıştım. Osman delikanlı çocuk ya beni de öyle bilsin istedim. ‘’Helal olsun abi.’’ dedi giderken. Bu sefer tam keyiflendim. Ama yine beklemeye başlayınca can sıkıntısı çabuk geri geldi. Osman da yoktu bu kez. Ben de biraz volta atmaya kalktım. Koridorun ortasında millete kehribar diye yutturduğum plastik tespihi çıkardım, hengâmenin ortasında tek kalmıştım.


Etrafa bakınırken sonrasında beni üzecek o küçüğü gördüm. Annesinin kollarında etrafa gülücük dağıtıyordu resmen. Ona her bakan bir daha dönüp bakıyordu, çok güzel bir çocuktu. Sağ kolu yarıdan yoktu, diğer kolu ise avuç içinden itibaren ters bakıyordu. Geriye dönük gibiydi kolu ancak özrünün hiç etkisi yoktu küçükte, sadece gülüyordu. Her kendine bakanı da güldürüyordu. Annesi doktor kapısının önünde yorgun haliyle dikiliyordu. Canım da sıkılmışken küçüğün yanına gitmeyi düşündüm. Yanlarına varınca çocuğa komik hareketler yapmaya başladım ve daha çok gülmeye başladı çocuk. Annesi de gülümsedi bana ama yorgundu galiba, yarım ağız çıktı gülümsemesi. O da çok beklediğinden yakınıyordu. Biraz daha sohbet edince kadınla, hadsizliğimi büyük bir cesaretle toplayıp küçüğün ne sorunu olduğunu sordum. Kadın bağışıklık sisteminden ve başka şeylerden bahsederken bir anda boş gözlerini saçma bir ateşle doldurdu, ‘’Çocuğum tüp bebek, paramızla rezil olduk işte. Olan bu’’ dedi.


   Yanlarından ayrılınca istemsizce güldüm ancak kadın şaka yapmamıştı. Osman’ı beklerken küçüğün annesini düşünmeye başladım. Kucağındakine defolu mont muamelesi yaparken yüzünde ifade yok gibiydi. Sadece gözlerinde bir ateş vardı. Sonra beni bu saatte buralara sürükleyen, Osman’a duvarlar yumruklatan, olmayan o anneleri düşündüm, keyiflendim. Belki de böyle bir kadına denk gelecektik. Sonra küçüğe üzüldüm. O, engelleriyle annesinin yanında kalacaktı. Osman kolunda yepyeni alçısıyla çıkarken gerçekten mutluydu, yüzüme güldü. Sadece yüzüme gülmedi, onay verir gibi başını salladı. Alçısını tutup şaka yollu kendime çekince bir küfür de ona nasiplendirdim. İkimiz de keyiflendik. Yürüdük, gittik.