Öncelikle uyarmak gerekli, bu yazı spoiler içeriyor.*


Hikayeden kısaca bahsetmek gerekirse olay, Wanda Maximoff’un verdiği kayıplara dayanamayıp kendisine bir dünya illüzyonu yaratması diyebiliriz.

Wanda’nın yarattığı kasabada, komşusu olan kişiler Wanda’nın hapsindeler. Her şeyi gerçekçi yapmak isteyen Wanda, çevredeki insanların benliklerinin üzerine gölge düşürerek kendi simülakrlarını yaratıyor. Bu kavram Jean Baudrillard tarafından ‘’Simülakrlar ve Simülasyon’’ adlı kitapta ortaya çıkıyor. Simülakrlar gerçeğe en yakın şey fakat gerçekliğin kendisi değil. Hatta bu insanlar büyü bozulunca yalvarmaya başlıyorlar. Kendi düşündüklerini gerçekleştiremiyorlar, zihinleri kontrol ediliyor. Her hareketleri, başka birisinin iplerinde. Maddi form olarak oradalar ve hatta zihinlerinin içinde de kendileriler ama eylemleri kendilerine ait değil. Bu, kişiyi kendisi yapabilir mi, biz bedenimiz olduğu sürece mi ‘’ben’’iz?


Wanda’nın yarattığı evren, Baudrillard’ın teorisinin dörde ayırdığı parçalardan birisini içeriyor: ‘’Derin bir gerçekliğin yokluğunu gizleyen imge’’. Sevgilisi Vision’un yokluğunu hissetmemek için, bu dünyayı ve sevgilisini yaratıyor. Hatta başlarda kendisi bile bunu yaptığının farkında değil. İnanmak istediği o olduğu için, gerçekliği unutup kendi yarattığı simülasyona inanmaya başlıyor. Kardeşi Pietro geri döndüğü zaman, ona farklı bir formda gelmesinden şüphelenip anılarını tekrar etmesini istiyor. Yani biz başka bir bedene ya da forma da ait olsak, ‘’ben’’imizin kaynağı gerçekten hissettiklerimiz, duyumsadıklarımız ve biriktirdiklerimiz oluyor.

 Vision, kendisiyle karşı karşıya gelip Theseus’un gemisi hakkında konuşana kadar, dizinin bunca derinliğini düşünememiştim. Ancak o konuşmadaki aydınlanma ile beraber, dizinin gerçek bir kuramdan oluştuğunu fark edebildim. Theseus’un gemisinin zaman içinde çürüyen parçaları, yenileriyle değiştirilmiştir. Tek bir parçası bile orijinal parçası değildir. O halde soru şudur: o hâlâ Theseus’un gemisi olur mu? Theseus’un gemisinin orijinal parçaları, ona Theseus’un dokunmuş olması; onun tarafından kullanılmış olması değil midir? Geminin bir bilincinin olmamasını göz önünde bulundurabiliriz elbette, ancak bir tarihi olduğunu es geçemeyiz.

  

Vision’ın kendisiyle konuşmasındaki bazı cümleleri analiz edelim. ‘’Gerçekler sende, sadece senden saklıyorlar.’’ Tüm hikâye de aslında böyle değil mi? Gerçekler aslında tüm karakterlerin içinde ama hepsinin gözlerinin önünde perde var. Tek bir cümle, diziyi özetledi ve kafamı tamamen aydınlattı.

 

İkinci cümle ise "Gerçek Vision sensin, çünkü inanıyorsun.". Bir simülakr, elbette simülakr olduğunun farkında olamaz. O, gerçekliktir ona göre. Bu inanç onu gerçek yapar mı?

Ve tabii ki, anılarına erişen Vision’ın ‘’Vision benim.’’ demesi, benliğini oluşturan şeyin anıları olduğunu göstermesidir. Anıların inandırıcılığı da diyebiliriz. Bir simülakrın anıları da bir simülakr olur mu? O halde anıların gerçekliği ne denli doğrudur? Deneyimleyen neye inanıyorsa gerçek olan o mudur?