“Prenses olmak için prense ihtiyacım yok, ben zaten kralın kızıyım.” nedir yahu? Hem ben “prenses” demedim “premses” dedim, sen yanlış anlamışsın.


Seninle ilk tanışmamızın üzerinden … gün, ilk kez yalnız dışarıya çıkmamızdan ve ilk kez sevişmemizin üzerinden … gün, bana ilk kez sevgilim demenin üzerinden … gün, bana bir daha sevgilim dememenin üzerinden … gün, seni bir daha ararsam şerefsizim dememin üzerinden … gün, seni bir daha aramamın üzerinden … gün, seninle görüşmemizin üzerinden … gün geçti. Seni bir daha göreceğim, arayacağım, bana sevgilim demeyeceğin güne ise çok yok sanırım.


Hem görsem, arasam, bana sevgilim desen ne olacak ki? Senin yanında olmanın verdiği mutluluk ve tedirginlik hisleri ilginç bir denge içerisindeler. Öyle ki sabahın, öğlenin, ikindinin, akşamın veyahut yatsının sonunda evlerimize dağıldıktan sonra, yaptığım ufak muhasebat ile aslında o saatlerin sonunda elime duygu adına herhangi bir şey kalmadığını görüyorum. Mutluluk şundan; seninle bir faaliyette bulunmanın (yürümek, kayalıklarda oturup denizi izlemek, bisiklete binmek, konuşmak, susmak, kahkaha atmak ve tüm insani/hayvani durumlar) bende yarattığı duygu güzel. (“Güzel” kelimesini kullandım çünkü bildiğim ve mutluluğu anlatan kelime bu. Belki şöyle açıklayabilirim; seninle birlikte olmanın kalbimde ve beynimde yarattığı elektrikler.) Tedirginlik ise düşündüğün durumdan değil, emin ol değil. Senin yanında elimi nereye koyacağımı bilemiyorum. Elini tutsam kızar mısın, aşkım desem ters ters bakar mısın, hani geçen kapının önünde buluştuğumuzda senin yaptığın gibi sarılıp sımsıkı boynundan öpsem ne yapıyorsun sen der misin? İşte tüm bunları düşünmek ve bunun yanında düşünecek birçok konunun olması yoruyor beni.


Seni aramamak ve izlememek için kesinlikle özel bir çaba gösteriyorum, bunu gizleyemem. Sana olan özlemimim insani mi hayvani mi olduğuna karar verdiğim zaman bu çabayı bırakacağım. Senin kendine göre atmosferin var, ben oraya ne kadar girebildiğimi bilmiyorum. Girsem bile oksijen tüpüm bitince senden solduğum havaya akciğerlerimin, beynimin ve kalbimin nasıl tepi vereceğinden de hiç emin değilim. Ya nefes alamazsam?


En son uzun düzyazı çalışmam, sevgilim–şimdi eski sevgilim-e ondan neden ayrıldığımı anlatan bir mektup olmuştu. Ona detaylı olarak ayrılık sebeplerimi, ayrılmamız için cevap istediğim çelişkilerimi yazmıştım. Yazarak iletmemin sebebi elbette ki, konuşurken bu kadar sakin olamamaktı. Benim yazdığım 7 küsür sayfalık mektuba, işlerinin yoğunluğu sebebiyle yarım sayfalık bir cevap yazmayı uygun görmesinin ertesi günü ondan gerçekten ayrılmıştım. Bu düzyazı çalışmamdan bir önceki düzyazı denemem ise ondan … küsür sene olmuştu. Yine bir sevgilim-evet, o da artık eski sevgilim-in okuması için yazdığım ancak ne ona sevgimi ne de sevgisizliğimi anlatan bir yazıydı. Genç ve heyecanlı olduğumdan, biraz da daha önce yazdığım şiirleri beğeniyor olmasının verdiği güven ile nasıl buldun yazımı diye sorduğumda; genel olarak güzel ama devrik cümlelerle anlam yüklemeye çalışmışsın, o kısmı beğenmedim demişti. Ondan sonra yazdığım bütün yazılarda, devrik cümle kullanmamaya dikkat ettim, ama kullandım.


Şimdi de ayrılma mektubu sonrasındaki ilk düzyazım. Seni neden sev(me)diğimi ve/ve neden yanında olmak iste(me)diğimi anlatıyorum.