İnsan zamanın içinde hiçbir şey düşünmeden makineymiş gibi bir yerden bir yere koşturuyor, hayata yetişmeye çalışıyor; her yaptığı iş ona yabancı, her hareketi sahte ve kendi kabuğuna çekilerek yaşıyor, kimseye güvenmeden tedbirini alarak yaşıyor.


Ne ara bu hale geldik? Kitap okumadan, estetik açıdan güzel bir tabloyu uzun uzun incelemeden vakit geçiriyoruz. En kötüsü de kendimizi tanımadan vakit geçiriyoruz, aslında tek yaptığımız vaktimizi tüketmek. Çoğumuz gerçekte neyi sevdiğini bile bilmiyor.


Kendimize yabancılaştık; içimizdeki ruha, vicdanımıza, düşündüklerimize yabancılaştık. Peki bu neden oluyor? Sitem yanlış; eğitim sistemi insanları kurban haline getiriyor, aile içinde sanat konuşulmuyor, kitap okunmuyor. Eleştirel düşünmeyi beceremiyoruz. Sistem bizden düşünmemizi ve sorgulamamızı engellemek, baskılamak üzerine kurulmuş.


İnsanlar tok kalabilmek, yaşayabilmek, evine ekmek götürebilmenin derdindeyken sanata, kültüre, eğitime yeteri kadar zaman harcayamaması gayet makul.


Elimizdeki tek araç, sistemi değiştirmek! İnsanların sömürülmediği, insan onurunun ayaklar altına alınmadığı, şerefli bir yaşam standardına eriştiği; nazik, kibar olup, empati kurup birbirini dış görünüşlerinden, dininden, ırkından, dilinden, toplumsal cinsiyetinden dolayı aşağılamadığı; gerek eğitim, gerek sağlık hizmetlerini kolaylıkla alabileceği bir dünya kurmak hayal değil.



Bunu istemelisiniz verdiğiniz oylarla, okuduğunuz kitaplarla. Haksızlığa karşı çıkmanızla, hayatınızı sorgulamanızla güzelim ülkemizi yeniden ayağa kaldırabiliriz. Kendimize yabancılaşmak ile ölü bir insan olmak arasında fark yoktur.



Bu yazıyı okuduktan sonra Nazım Hikmet'ten, Cemal Süreya'dan, Edip Cansever'den birkaç dize şiir okuyun, içinizi ısıtacak bulutlara bakın, on sayfa roman okuyun ve yürüyüşe çıkıp etrafınızdaki her şeyi görüp gözlemleyin.