Yabancı olmak, insanın çok da özel bir canlı olmadığını anlatan durumlardan biridir. Yabancı olduğun toplumda uyuşabileceğin kültürler, karışabileceğin insanlar olabilir ama onların X millet, senin Y milletten olmanın verdiği bir fark var her şeyden öte. Bir insan hayata yüklenen anlamlardan ve milliyetçilikten ne kadar uzak olursa olsun, aşamaz böyle bir şeyi. İnsanın doğup yetiştiği kültür, onun belleğinde; bir hayvanın avlanma içgüdüsü gibi korunur. İnsanın bu yabancılık durumunda iki seçeneği var. Birincisi; olduğu her şeyi kenara atıp, biraz da başını eğerek bu yeni yere girmek, hayatın kalanında adeta bir duman gibi olmak. İkincisi ise, hayata anlam yükleme çabasında, kendi 2 günlük kibir ve egosundan kurtulamayıp şans eseri doğduğu kültürü ve milleti yaşatmaya devam etmek. İlki asimile olmak, daha mütevazı bir tabirle, sosyal habitat değişikliği. Asimile olmak illa kötü bir şey değildir, ruhunda varsa boyun da eğmeli insan. İkincisi ise gettolaşmaya doğru gider; gettolaşma ise başta "başka bir yerde kendi kimliğini yaşatabilmek" gibi getto insanları için gurur verici bir şey olarak görünebilir ama en başta dediğim, o hiçbir zaman atılamayan "yabancı olma ve yabancı olmama" hisleri, bir süre sonra toplum içindeki millet savaşlarına illaki döner. Yahudi tarihine bakarak çok rahat anlaşılabilir bu. En kötü yabancılık, doğduğun büyüdüğün topraklardan başka bir yere gitmek zorunda olup yeni yerde tek başına olmaktır. Yazının başından beri hissetmeye çalıştığım yabancılık bu.