Dışarı çıkmak için hazırlandığım bir gecenin sabahı idi. Askıya uzandım ve dertlerimi, yüklerimi sorumluluklarımı giydim ve dışarıya çıkmak üzere ilk adımı attım. Uzunca bir yürüyüşün ardından insanları gözlemleyebileceğim bir bank seçip oturdum. Hava kapalı idi, ufaktan rüzgar hükmediyor, yağmur gelecek kaçın, diye bağırıyordu adeta. Köşe başında şemsiye satmak için bekleyen amcalar, yanında simitçi abi, onun yanında nohut pilavcı. Şans dilekleri çekenler, sokak başı müziği yapanlar, küçük kediler, büyük köpekler, karıncalar, martılar, kelebekler puslu havanın etkisinde sarhoş olmuşçasına oldukları yerde bekliyorlardı, çakılmışçasına. Tablamdan bir dal sigara aldım. Rüzgardan dolayı kibritim alev almadı. Hafifçe doğruldum ve çöp toplayan abinin yanına gidip ateş rica ettim. O ürkek bakışların arasında, yılların yorgun gözleri ile beni bir süzdü. "Sana şimdi ateş veririm de genç ellerim çok pis sen alır mısın ki?" dedi. Beklemiyordum böyle bir soru. "Ne olacak ki ağabey" dedim. Nasırlı, ortasında boydan boya çatlak olan el iç cebine gitti ve ateşi verdi. Sigaramdan derin bir duman aldıktan sonra teşekkür ettim. "Yağmur yağacak delikanlı, git." diye de ekledi. Yavaş adımlar ile banka oturdum ve aklıma abinin bana ellerim pis dedikten sonraki soru ile cevap vermem arasındaki zaman diliminde duraksamam geldi. Utanmıştım. Biz ne kadar çabuk insanları kategorize etmişiz de duraksar hale gelmişiz eyvahlar olsun, dedim. Utandım, yer yarıldı kırk kart dibine girip çıktım. Derin bir nefes çektim, titreyen ellerim ile bitmekte olan sigaram ile tabladan çıkardığım başka bir sigarayı yaktım. Çantamdan çıkarttığım termostan bir bardak çay aldım ve denizin kabarması ile yarış halinde olan, gelen yağmuru beklemeye başladım.
Hafif hafif yağmaya başladı, insanlar dolmuşlara, kafelere, üstü kapalı yerlere kaçışmaya başladı. İstifimi bozmadım, tuzdan değiliz ya başım gözüm üzerine... Yağmur şiddetini arttırmıştı, sokakta şemsiye satıcısı ile sadece ben kaldım. Abiye ses ettim "Abi hadi ben deliyim de sen kırdın parayı, bir tanesini açıp kendi kafana tutsana." dedim, güldü. "Hasta olursun genç, sen git." dedi. "Yok abi, ben bu anı bekledim." dedim. Sokaktaki her canlı bir taş bulmuş, kafasını bir yere sokmuştu.
Düşünceler derya deniz oldu, üç beş oldu, beşer şaşar oldu. İnsanlar değer verir oldu, değer verilen nankör kedi oldu. Bazısı çok sevildi, bazısı seviliyor diye bir başkasını sevdi. Zamanında değer verilen insanın ismi hatırlanmaz oldu bir kelebeğin kanadında can verdi. Verilen sözler yalan oldu, yalanlar aştı boyunu bir ağaca sarmaşık oldu. Kitabımın bir sayfasına su damladı, mürekkebi akar oldu, kalbimde sızı hakim oldu. Aşama aşama, bazen yıkarak bazen yıkılarak bir yere getirdiğimiz hayatımız başka usta eller önünde kukla oldu. Hepsine eyvallah çektik… Yeni başlangıçlar ile hep tarihin noktasına geri geldik. Kimseyi kırmadık, incitmedik ama bir adet biz kaldık mı ya da daha çok mu biz olduk bunu hayatın gerisi gösterecek.
Bu düşünceler ıslığı arasında oturduğum bank, yağan yağmur ve ben istediğimiz şekilde baş başa kalmıştık.
Sordu bank: "Neden ben?"
"Boştun, güzel güldün bana, manzaran keyif verici idi başka sebebi yok ki." dedim.
Bank gülümsedi, "Neden böyle bir hava?" diye ekledi sorusuna.
Dedim "Onu da seni ıslatana sor."
Yağmur duraksadı ve ufak bir gülüş ile verdi cevabı:
"Neden olacak, saklasın diye, gözlerinden akanı…"