Posterinde ''Su haktır. Satılamaz.'' sloganını görmemle dikkatimi çeken, İspanya'nın 2011 Oscar adayı olan bir filmdir kendileri.

16. yüzyılda Kristof Colomb'un Amerika kıtasını keşfi, muhteşem İspanya Devleti adına oraya el koyması ve yerli halkı köleleştirip sömürmesini konu alan bir film çekmek üzere Bolivya'ya giden genç, idealist bir yönetmen Sebastian ve film ekibi ile başlıyor hikayemiz. Ekibin buraya gelmesindeki tek amaç ucuz iş gücü. Öyle ki oyuncular günde 2 dolar gibi gülünç bir ücretle çalışmaya razılar ve bu durum yapımcı Costa için Tanrı'nın bir lütfu gibi bir şey. Ama buradaki yerli halkın film setindeki tüm bu kargaşadan daha büyük bir derdi var: Su. Yabancı kaynaklı bir su şirketi, ülkenin tüm temiz su kaynaklarına el koymuş, özelleştirmiş durumda. Utanmadan da halka fahiş fiyatlarla satıyorlar. Nehirleri, gölleri, kuyuları, "yağmuru bile." Colomb'un bu topraklara 500 yıl önce getirdiği sömürü düzenden ne farkı var bugünkü yaşananların? Su krizi nedeniyle halk örgütlenip bir direniş hareketi içindeyken Sebastian ve Costa'nın tek derdi ise filmlerini bir an önce bitirmek. Çünkü en önemli oyuncuları Daniel, bu direnişin önderlerinden biri. Gariptir ki Daniel'in canlandırdığı karakter de yerlilerin İspanyollara karşı direnişinde önderlik yapan efsane bir isim. Sonunda halkın direnişi sokakları sarar ve herkesi ciddi bir yol ayrımına getirir. Film boyunca her şey o kadar tanıdık geldi ki rahatsızlık duymamak elde değil. Karakterlerin zaman zaman git geller yaşaması, bir sömürü hikayesi anlatırken kendileri bir başka sömürü gerçekleştirmesi, var olan kaos ortamından kaçıp bir an önce kendilerini kurtarmak istemeleri... Özellikle Sebastian'ın şu repliği bu umursamazlığı ve bencilliği oldukça güzel özetliyor: “Protestolar unutulacak ancak film sonsuza kadar yaşayacak!” Günümüz dünyasında da çok uluslu şirketlerin yalnızca para ve kâr amacı güderek her şeyi talan etmeleri, her şeyi kendilerine hak saymaları hangi coğrafya olursa olsun değişmiyor. Bazen Bolivya'da su kaynakları, bazen Ortadoğu petrolleri, bazen de Küre Dağları. Tıpkı filmde olduğu gibi bu talana izin verenlerin gerekçeleri de değişmiyor: "Yabancı yatırımcıların gelmesi kalkınmak için gerekli. Para gökten gelen bir şey değil. Ama bu cahiller bunu anlamıyor." Ne denebilir ki biz de yaşanan her şeyi tıpkı Sebastian gibi "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın ben işime bakarım." ya da Costa gibi "işim önemli ama yaşananları vicdanım kaldırmıyor" kafasıyla kendimizce sorgulamalar ve belki küçük adımlarla karşılıyoruz. Modern insan için ne büyük dertmiş ''insan'' olabilmek. Tüm bunları düşününce enfes bir film çıkmış ortaya. Benim için oldukça etkileyiciydi.