kamelyalarda ihtişamlı ruhun saklı

perdeleri çek,

sonbahar kızıllığı hala uslarında

ömrünün yalancı rüzgarlarına,

partizan gibi direniyoruz.

mitralyözde mısralar ve ölümler yazılı

elvedalar zeval altında

gözlerin parlıyordu;

bir yıldız denize düşmüş gibi.


çınarların o eski derin kokusu

yemyeşil çimenlerdeki bembeyaz dil yarası

avuçlarımla,

buklelerine ikliller taçlandıyorum.

uzuvlarında uzun mor salkımlı üzümler

şarkıdan şavkıyan hayallerimizdeki hayaletler

eski insanlarımız,

ve tablomuzda gecenin resmi,

tüm bunlar acımıza denk düşene kadar ağlamalıyız.


şimdi bütün bulutlar kararıyor

üstelik gece henüz gelmemişken

kuşlar bilir yaşanacak olanı

o yüzden çarpar kanatlarını sonsuzluğa

yağmurlarla cesetleri ıslanan şehir

ay yarası sözcükleriyle suskunluğa susmuş

ben balkonda izlerken sergilenen bu trajediyi bir kuş düşüyor

sen içime yağdıkça

içimdeki yangını büyütüyorsun


saklamak boşuna atmosferimdeki çölü

hiç uğruna her şeyi feda etmeyi

filozoflar, şairler ve tanrı bilir

günümüzde ne filozof ne şair ne tanrı var

cesetleri durur hala insanlığın ortasında

kimse görmek istemez

görmek lanetlenmiştir her güzel olan şeyler gibi

keskin bir ateşi harlayan inançsızlık

küle dönüşüne kadar ağıtlar yakacak


yağmurunu dökemeyen bir bulutun sıkıntısı

tüm bu yazılanlara gebe

tevrattan ve bulutlardan öğrendiğim hiçlik

varlığıma mutabık olsun

biraz ölümü düşlemek için uyuyorum

gözaltılarımda her yeni bir vaiz

yok oluşuma zemin hazırlıyor

var olan her şey gibi,

ölümün de bir sonu var.