Bugünlerde sürekli kapımı çalan biri var günlük!

Hayır, evimin kapısından söz etmiyorum. Bahsi geçen kapı kalbime ait. Kapımı çalanı insan sanma sakın günlük, eksikliklik hissiyatı denilen meretten bahsediyorum. Özellikle en mutlu olduğum anlarda dikiliyor kapımın önüne. Kapımın aralığından üflüyor içeri, buz kesiliyor sımsıcak gülüşlerim. Allah biliyor ya günlük, bazen dakikalarca dalıp gidiyorum. Öyle uzaklara falan da değil, kapının kirişine takılıyor gözlerim. Bize verilen en büyük ceza cehennem midir günlük? Hıh, hiç sanmam. Milyarlarca insanın arasından 1 kişinin bile bizi bizden daha iyi anlayamayacak olması en büyük ceza. Odamın duvarıyla ağlayarak konuştuğum vakit fark ettim bu soğuk gerçeği. Gün boyu yataktan çıkmadığım, ağzımı sadece kurumuş olan dudaklarımı nemlendirmek için açtığım o günlerde çok isterdim "Anlıyorum seni" demelerini. Kim dedi onu? Mutfak duvarı mı? Yoksa şu kirli ayna mıydı konuşan? Önemi de yoktu aslında günlük. Bak eskilerin özlemini çekiyorum yine. İnsanın boğazına çocukluğu takılır mı hiç günlük? Takılıyor işte. Sessizliğime neden arıyorum susarak. Vahiy gelmiş, emir verilmiş gibi mühürlenmiş olan dilimi yokluyorum elimle. Neden milyonlarca insan özgürce ağlayabilmek için havanın kararmasını bekliyor? Bak havanın yeni aydınlandığı sabahın bu saatinde bu yazıyı yazarken döktüğüm birkaç damla gözyaşı ile meydan okuyorum o zorunluluğa. Yalnız kalmak değil, yalnız kalamamak sıkıyor canımı günlük. Literatüre henüz geçmemiş bir hastalığın tek vakası mıyım bu hâlimle? Ömrümü sahil kıyılarında çürüteceğim gibi bir his var içimde günlük. Bugün de sahile inerek, o hissime bağışta bulundum. Yavaş yürüyen insanları inceliyorum dikkatli dikkatli. Çünkü düşüncelerin adımlarımızı yavaşlattığını şüphesiz ben bilirim. Sahil kıyısında yürürken karşıdaki yalılara kayıyor gözlerim. Ahşap olan her şey ilgimi çektiğinden mi yoksa deniz kıyısında olduğu için kıskandığımdan mıdır bilinmez ama o yalılara hep girmek istedim çocukken. Kestane gözlerimi kocaman açıp, yalı penceresini izlerdim insan görmek umuduyla. Öyle büyütürdüm ki onları gözümde, yalının sahibi olmayı değil de yalıdaki bir hizmetçi olmayı düşlerdim. Şimdi o isteklerimden eser yok günlük. Kafamı kaldırımdan ayırmadan yürüyorum kayalara. Hey yalılar! Bakın bu sahilden bir kız geçiyor: az güler, bolca güldürür; çok okur, haddince yazar; az konuşur, çok dinler. Sen de bak buraya deniz dalgası. Bak ben geçiyorum buradan, becerdim artık insan olmayı! Martılar, iyi hatırlayın beni. Cebimde kalan son kuruşu da sizin için, simitçi ağabeye verdiğim çok oldu. Ve şimdi kalemimi gezdirdiğim bu günlük, sen de güzel hatırla beni. Kolayı seçip kötü olmak varken yıpranarak iyi olmayı gözyaşımın dağıttığı mürekkeple bakışırken kabullendim.