Yanlış bir yalana inanmak her daim yarı yolda bırakır insanı lakin sağlam bir yalana inanmışsan, o yalana inanarak girdiğin her bir yol yeni bir pencere açar sana her defasında. O kadar çok yalan söylüyoruz ve duyuyoruz ki biri çıkıp kendi hakkında veyahut bizim hakkımızda doğru bir şey söyler diye titriyoruz korkumuzdan, ödümüz patlıyor adeta.

Ama şunu itiraf edelim hadi, en çok doğruyu kabullenip o şeyden vazgeçeceğimizden korkuyoruz değil mi? Hiç düşündün mü? Düşün, bak gör nasıl canın yanacak. Bir yalana sıkı sıkıya inanmak yapılacak en doğru eylem gibi gelmeye başlar, bana inan. 

En basiti, bütün doğrularını bezeyerek güzelim saçlarına asma bahçe yaptığın, yüzünde ılık rüzgarları estirdiğin sevdiklerine baksana, canın yanar. Gözümüzün içine bakarak yalan söylerler. Bilirsin de bir yandan da inanırsın. Çünkü onları kaybetme gerçeği bir jilet gibi keser bileklerini. 

Ne yapalım, onsuz bir demli çay içmek geçer, kitap okumak geçer, film izlemek geçer, zaman dahi iyi ya da kötü geçer lakin onsuz bir gülüş boğazına takılır. Yutkunamazsın, işte bu gülüş boğazından geçmez deyip bir ‘’eyvallah’’ çekersin duyduğun, gördüğün yalana..

Tüm mesela bu, gördün mü? Bir doğruyu kaldıramadığında, hafif çirkin olmasına rağmen makyajını güzel yapmış bir yalana inandırırsın kendini, sonra ise onu gerçekmiş gibi kılarsın. İnsanların birbirinde kalmasının, iletişimde olmasının en kolay ve de en karlı yoludur yalan köprüsü. Kimse geçiş ücreti ödemez çünkü. Sonra ise ‘’senin için onca yol yaptım ben’’ derler gönlün tek iktidarı onlarmış gibi. Ve bir gün tüm o saraylar, köprüler, evler, yollar çöker. Altında ezilip kaldığın şey o beton yığınları değildir de küçücük bir gerçek olur. 

Kırılmış bir sazın, çırılçıplak sesinde duyarsın bir gerçeği ancak. Bir gerçeğe mahkum kaldığında anlarsın üstü örtülmüş yalana inandığını.. 

Biz, şimdi koşacağız yalanların olduğu yere doğru. Kandırılmış olmanın hafif sersemliği olacak üstümüzde bir müddet. Kimse sormayacak bize nereden geldiğimizi. Çünkü nerede yalnız kaldığından çok, nerede birleştiğin, nerede bir arada kaldığın önemli olacak oradakiler için. Herkesin yüzünde bambaşka bir surat.. Acılar içinde tebessüm edeceğiz birbirimize. 

Belki de yalanlar, aradığımız, sonunda istemesek bile varacağımız gerçeklere açılan o ilk kapıdır.. Kapı zilini çalıp ‘’sana tutsak olmaya geldim’’ diyemezsin bir gerçeğin yüzüne bakıp. Hesabını soramazsın öyle uluorta bir yerde, yalanlara ve yalancı olana sorduğun gibi..

Doğup büyüdüğüm, emekleyerek geldiğim bu vakte kadar ne çok kanmışım, ne çok kandırılmışım yaşıma aldırış etmeden. Büyük bir yalanın ortasında kalıp da gerçeği konuşmaya cesaret edememişim, kendime bile. Ne onlar beni ne de ben onları duymuşum. Ne büyük bir korku.. Sesinin yankılanamaması bir dağın kulağında. İşte budur, en korkulmaz sandığımız korku. Gerçek, bir andır sadece. O an duyarsın. O an hissedersin. Ama yalan uçsuz bucaksızdır. 

Nerede ve ne zaman yakalanacağını hesaplayamazsın.