hüzünlü bir kavak ağacı gibi uzun boyluydu
rüzgarı tersine alıp
mücevher dolu bir kutu gibi
saygıyla tutuyordu makinesini
ellerinde
avuçları çizgili, ayakkabıları temizdi
pek ihtiyatla giyerdi
belki ölmüş karısının
yahut onu terk etmiş kızının
aldığı gömleği
geçmiş bayramların yitik bir arifesinde...
bir anıtın önünde
saygıyla durur gibi
dik dururdu bedeni
uzun bacaklarının üzerinde
ve bir sergide
izleyeni umursamayan bir portre gibi
ileriye bakardı yüzü
bazen de bir tanrı gibi
yere.
soylu ve abartısız, fakir ama mağrur bir ev gibiydi bedeni
bahçesi geçtiği yollardı, komşuları karanlıklar
ve vurduğunda ışıklar
gözlüğünün camlarına
sirkin parlak sahnesine çıkmış
tecrübeli bir cambaz gibi
dikkatlice hissederdi
üzerinde duracağı ipleri
kim ne isteyebilirdi ondan?
asırlık bir tapınağa ne sorabilirdiniz?
hangi sözcükleri seçerdiniz yahut hangi dili?
belki sadece bakışlar ve mimikler
ve birkaç nazik sözle rica edebilenler
onun evrenine girebilirdi.
işte böylece öyküsünü bilmediğim bir kitap gibi
geçti gözümün önünden birkaç defa
upuzun boyundan barış akan
ve sırra kadem basmış olan adımlarla...
Sinan Kurşun
2021-10-12T22:39:28+03:00Çok teşekkürler 🙏
Selçuk çatalbaş
2021-10-12T22:38:13+03:00Emeğinize sağlık..