Ankara'nın deli yağmurları başladı. Ansızın ve hırçın. Bir orada, bir yok. Bu şehrin dar ve insansız uzun sokaklarında yürümek epey keyif verir bana. Nefes aldırmayan yağmurlarında ya bi' yere sığınırım ya da ıslanmaktan keyif alarak yavaş yavaş yürürüm, işte o Ankara'nın boş, dar, ağaçlı ve uzun yollarında epey düşünce bıraktım arkamda. Ankara'nın pek bir olayı yok aslında, o yüzden bazı küçük şeyleri romantize etmek bu kadar kolay ve bu kuru diyebileceğim tada varmak tuhaf bir huzur veriyor. Kuru çünkü Ankara kara, kuru ve mutsuz bir şehir. Binalara bakıp gülümsemek biraz zor. Memur suratlara bakıp da tebessüm edince bir karşılık almak çok daha zor.
Yağmurlu bir akşam bugün. Yağmurlu bir akşam diyorum. Günün en güzel anı. İşten eve yeni geldim, yorgunum ve yalnızca dinlenmek istiyorum. Hayat kendi akışında durmadan akarken ben, her şeyden geride kaldığımı hissediyorum bazı günler. Bu yorgun gün de o günlerden bir tanesi. Evin kapısını açınca evin sıcağı vuruyor yüzüme, içerisi sessiz, ışıklar kapalı. Burası benim yalnızhanem. Bir sürü kişiyle yaşıyorum aslında bu evde ama bu gece yapayalnızım. Hepsi aklımda konuşulanların ve ben yalnızca yalnızım.
Bir müzik açıyorum arka plana. Bu yorgunluğa bir kadeh eşlik eder diye düşünüyor ve bir Süryani şarabı koyuyorum kendime. Salonun loş ışıklarını açıyor, birer mum yakıyor ve perdeyi aralıyorum biraz. Yağmur cama vuruyor, rüzgar kulaklarımda çınlıyor. Koltuğa geçiyorum. Aklımda bin bir düşünce var ama kendime düşünmemek için izin veriyorum bu akşam, çok yorgunum ve çok yalnızım. Ne zaman bir şeyler hissetmek istesem hep çok yalnızım. Yol arkadaşım yalnızlık olmuş gibi yalnızım. Yorgun ve yalnız biriyim.
Bardağımdan bir yudum alıyorum. Ve düşünceler tekrar ediyor... Yalnızsın, yorgunsun, yalnızsın, yorgunsun. Bir süre sonra bıkıyorum bu düşünce tekrarlarından ve dışarı odaklanmaya çalışıyorum. Bardağım boşalıyor, yağmur yağıyor, gözlerim ufaktan kapanıyor ve günü kapatıyorum.