Yalnızım...
Bunca acı tek bir söze nasıl sığabiliyordu?
Aldım bu sözü dudaklarınıza saplayıp kalbimi onunla parçaladım.
O söz ki,
Rengi yarım kalmış aşkların tarifsiz esmerliğine kaçıyordu.
O söz ki,
Sapladıkça kalbimin her bir parçasına yüzünüzü yeniden çiziyordu.
Şimdi içimde binlerce yüz oldunuz.
Şimdi içimde binlerce siz oldunuz.
Yalnızsınız...
Bilseniz ne kadar suçluyum bunun için.
Bilseniz ne kadar acı çekiyorum.
Çünkü sevgim çekip alamıyor sizi ıssızlığınızdan. Oysa ben sizi, sizden önce gözlerinizdeki o ıssızlıktan dinledim. Sözlerinizden de önce. Benimle ölmeye hazır sesinizden bile önce.
Yalnızsınız...
Bilseniz ne kadar da çaresizim, buna çare olamadığım için. Oysa en çok siz de soluk alıp veriyorsunuz diye sevdim ben yaşamı. Yaşamın ona kendinizi eklediğiniz yerlerini sevdim en çok. Dokundukça çoğalttığınız yerlerini.
Bu şehirden her ayrılışınızda arkanızda bıraktıklarınızı topladım birer birer. Oturduğunuz çay bahçelerinden, yürüdüğünüz sokaklardan, ıslandığınız yağmurun damlalarından topladım sizi. Vitrinlerde unuttuğunuz dalgınlığı, bizi, hiç tanımadığım bir çocuğun su yeşili gözlerinde bıraktığınız mısralarınızı...
Bir bunlara, bir de her "sevgilim" deyişinizde içimde binlerce çiçek açtıran o büyülü sesinize sarılıp uyuyabildim ancak, düşlerime dar gelen tek kişilik yatağımda.
Soluğumu yalnızca sizin için içimde saklıyorken düşlediğim yarınlara, siz nasıl da ben hissedemeden soluksuz kaldınız?
Yalnızlığınız elleriniz olmuştu ve artık sığmıyordu ellerime. Kaçırdıkça benden ellerinizi, yaşam da kayıp gidiyordu avuçlarımdan. Ne zaman gözlerinizi yumsanız, sizin suretinizde sevdiğim binlerce yüz de aynı anda kapatıyordu bana gözlerini. Her uykuya dalışınızda içinizdeki o derin yalnızlık duygusunun sizi, uyandığınızda beni asla hatırlamayacağınız kadar uzak yerlere götürmesinden korkarak bekliyordum uyanmanızı. Gözlerimi kırpmadan özlemle bekliyordum. Belki de haklıydınız. "Bencillikti" bu korkunun adı.