İnsan, varoluşunun verdiği meziyete bağlı olarak yanılgıya düşer. Yanılgı öyle bir şeydir ki doğacak sonucun farkında bile olamayacağın, sonuca bağlı olarak da yanılgının peşinde kovalayacağın, bir hal, bir enerji sarf edeceğin, kum saati gibi sürekli olarak hareket halinde olacağın ve bir o kadar da ilerlemeden yoksun şekilde sadece güç kaybedeceğin bir durum.


Saat soldan sağa doğru hareket etmeye devam ediyor, sen ise yanılgılar içerisinde kendine yol açmaya çalışıyorsun. Tıpkı bir köstebek gibi, bazı köstebeklerin tırnakları ve dişleri kazı yapmak için birebir uygundur. Gözleri ise tam bir şekilde oluşmuştur ama hiçbir şekilde göremezler. Ki görmek onlar için önemli bir mesele değildir. Işık onlar için hiçbir zaman kullanışlı olmamıştır. Biz bir köstebek miyiz? Bir köstebek gibi hayatla mücadele mi ediyoruz? Bana sorarsanız benzetmeler de bir yanılgıdan ibarettir. Çünkü bazı soruların cevabını alabilmek için sadece düşünmek yeterli bir sonuç değildir. Benzetmenin dört temel taşı vardır; benzeyen, benzetilen, benzetme yönü, benzetme sıfatı. Benzeyen insan mı? Köstebek mi? Benzetilen yine insan mı? Ya da köstebek mi? Benzetme yönü olarak da ikimizin de gözlerinin görememesi denilebilir. Peki sıfatımız burada ne olabilir? Tabii ki karanlık. Peki kim kime benzetiliyor, sorusuna ise birden çok cevap verebiliriz, köstebekler yaşadığı adaptasyon sürecine bağlı olarak milyonlarca yıldır yer altını kazmakla uğraşıyorlar. Gözlerinin de işlevselliğini yitirmesinin en temel sebebi bu olarak görülüyor.


Hayat bir yanılsamadan ibaret değil midir? Yorumlama gücümüzü var olanın her zaman göründüğü kadarıyla kullanabildiğimiz, hayal gücümüzü ise var olanın her zaman farklı deformasyonlarıyla kurguladığımız santralize bir tutum içerisinde objeleri değerlendiriyoruz. Peki tüm bunları yaparken yanılsamalara ne kadar kapılıyoruz? Optik illüzyon denilen bilinç dışı objeler vardır. Bizler bu objelerin görünürlüğüne kapılırız ve onları sorgulayamayız. Gözlerimiz tarafından aktarılan veriler beynimizde farklı şekilde kodlanır. Ve gözler ile beyin arasında ufak bir çatışma yaşanır. Bu sinsi çatışma doğru ile yanlış olanı ayırt etme gücümüzü bir nevi köreltir. İnsanın doğasında olan düşünme yeteneğini elinden alır.


İşte yanılgı sinsi bir parazit gibi gözlerimizi kör edip düşüncelerimizi elimizden almaktadır. Buna karşı çıkabilecek bir insan tanımıyorum ki yanılgısının farkında olsun. Hayat da bu yüzden heyecanlı olabiliyor çünkü evrenin birbirine zıtlıkları olduğu için teslimiyet kendini varoluşa bırakıyor. Varoluş, biz insanların üzerine düşündüğü kadar oluşum göstermiş felsefi bir kavramdır. Dönem dönem o kadar üzerine düşünülmüştür ki var olanın “ne, nasıl, neden, ne için, ne zaman, nereye, kim tarafından” sorularının cevabı sürekli olarak değişmiştir. Bana göreyse var olan yanılgıya düşebilir, bu yanılgıdan sonra pes edebilir, pes ettikten sonra varlığını silebilir. Yanılgıdan hata payı çıkarabilir. Payları bir sır gibi saklayıp kendini yanılgılardan korumaya çalışabilir. İşte hayatın zıtlığı da yanılgılardan kaçınmaya çalışmakla başlıyor. Bir filmin geriye sarılarak izlenmesi tahmin etme becerimizi geliştirdiği gibi hayatımızın içerisinde ders alınan yanılgılar da bize yaşanılabilir bir zaman aralığı olduğunu düşündürtüyor.