Yanından hiçbir şey yokmuş gibi geçip gittiğim insan, ya bir başkasının görmek için can attığı insansa? Bir başkası için ne şanslı adamım ben şimdi diye düşündüm. Dünyanın herhangi bir yerindeki tanımadığım bir insan, belki şimdi benim yerimde olmak istiyordu. Böyle düşünüyordum çünkü o çok uzaktaydı. Kilometrelerce uzaktaydı. Beni seviyordu, onu seviyordum, beni bekliyordu. Sıkılmadan beni bekliyordu çok zamandır. Şikâyet etmeden, başka ihtimaller yaratmadan, orada bütün varlığıyla beni bekliyordu. Bunu bilmek ne muhteşem mutluluktu. Her gün saatlerce konuşuyorduk ve konuşacak konuları nasıl bulduğumuzu biz de bilmeden kadere inanıyorduk. Onunla beraber olduğumda ben, ben oluyordum. O, bir özgürlük kadar güzel ve onu kazanmak kadar zordu. Onu çok seviyordum, hayatın olanca adaletsizliğine karşı, aşkı mutluluktan fazla şey olarak görerek ve aşk yüzünden acı çeksem de mücadele gücünü yine onda bularak seviyordum. Zaten sadece mutluluk hissedildiği için bir insanı sevmek, kendi duygularını sevmek değil miydi? Ne büyük yanılgıydı bu. Herkes mutlaka birisini seviyordu bu günlerde, çünkü onunla mutluydu. Mutluluğa olan sevgisini, gördüğü zaman mutlu olduğu bir insana yıkıyordu. İnsanlar, insanları nesneleştiriyordu. İnsanlar, insanları mutlu olmak için kullanıyordu. Ve daha kötüsü bunun farkında değillerdi. Halbuki aşk bu değildi. Aşk, mutluluğu onun varlığında bulmak ve yalnızca o var olduğu için mutluluk hissetmekti. O vardı, ben mutluydum. İçinde acı da vardı ve ancak uğruna acı çekilse dahi unutulmak istenmemiş ve mücadele edilmiş bir aşk, söz edilmeye değer olurdu.

Ben şimdi ince bir suçluluk duygusuyla zamanı bekliyordum ve onu bekletiyordum, günleri sayıyordum. Her geçen gün daha da yaklaşıyordum onun kalbinin sesine. Hayal ediyordum günde bin kez; onu görmeyi, saçlarını yüzümde hissetmeyi, ellerimizin sıcaklığının birbirine karışmasını ve aynı yağmurda ıslanmayı... Ne ulaşılmaz bir hayaldi şimdi için. Hayal ediyordum ama öyle boş hayaller değildi bunlar, hepsi birer plandı. Her köşede onun yüzünü görüyordum, her yüz ona benziyor ama kimse onun gibi olamıyordu. Ve orada şimdi onun yanından geçip gidenler vardı belki. Ne şanslı insanlardı şimdi orada olanlar, onu görüyorlardı. Ama yanından öylece geçip gidiyorlardı. Hiç yokmuş gibi. Ne garipti, onun varlığı şimdi her şeydi ve hiçbir şeydi. Hepsi aynı saniyede oluyordu. İnsanlar fark etmeden tanımadıkları bir adamın hayalini yaşıyorlardı.

Ve elbette ben de onlardan biriydim. Şimdi yanından geçtiğim, omuzuna düşen saçlarından birer tutam almış ve arkada birleştirmiş bu kadın, kim bilir kimin görmek istediği, gökyüzünde gözlerini bulduğu kadındı. İnsanlar git gide gözümde değer kazanıyordu. Bu, bilindik nezaket oyunları değildi, gerçekten önemli görüyordum insanları artık. Birisi bir şey söylediğinde veya birisi yanıma geldiğinde ona hiç kimseymiş gibi davranmıyordum, davranamıyordum. Daha çok ilgiliydim insanlara karşı. Çünkü biliyordum ki şimdi benim karşımda duran bu insan, benim için bir hiç olsa bile bir başkası için her şeydi. Birileri, birileri için önemliydi. Ne kadar hataları olsa bile. Buna saygılı olmak ve ona göre davranmak gerekirdi. Değişmiştim büsbütün, hiç dokunmadan ve görmeden beni o değiştirmişti. Ve bir kez daha hayran oluyordum ona. Ona ait olan her şeye. Bir insanı sevmek, bir hayatı sevmekti. Onun hayatını da sevmek gerekirdi, çünkü eğer o, o ise bunu hayatına borçluydu. Onu bugüne getiren şey, yine onun hayatıydı. Her şey açıktı ama kabul etmek zordu.

İnsanların sıradanlığını bir başkasının gözünden bakarak kırıyordum. Ama öte yandan insanlar aşk nedir unutmuşlardı, belki de hiç öğrenmemişlerdi. Birbirlerinin tenlerinde ruhlarını kaybeden insanların arasında yürürken ne güzel şeydi şimdi bütün bunları düşünmek. Bunca mide bulandırıcılığın ve samimiyetsizliğin arasında bize ait gerçek şeyler... Derin bir nefes almak, bir kabustan uyanmak gibiydi.

Ve şimdi ben, bu insanların ortasına gidiyordum. Ezberlenmiş kelimelerle konuşan o insanların ortasına. Aynı yerde bulunmanın getirdiği zorunluluklardan biri olan arkadaşlıktı bizi bir araya getiren. Beni bir şeyler içmeye çağırmışlardı. Onların yanında olmak istemiyordum ama çağırmışlardı ve reddedememiştim. Hepsi beni severdi ama benim sevgilerim, acılarım ve mutluluklarım hakkında bildikleri bir şey yoktu. Böylesi de daha iyiydi zaten. Bilmelerine gerek yoktu. Oraya henüz gitmeden, yoldayken oraya vardığımda ne yapacağımı düşünüyor, bunları planlıyordum. Mesela gittiğim zaman köşedeki sandalyeye oturacaktım. Bana soracakları soruları tahmin ediyor, cevapları henüz oraya gitmeden hazırlıyor, yol boyu bunları düşünüyordum.

Onların olduğu yere vardım. Üst katta oturuyorlardı ve oraya çıktım. Burası loş ışıklarla aydınlatılmış, birbirine yakın masaların olduğu bir yerdi. İçerisi kendilerine bir isim bulmak için uğraşan insanlarla doluydu. Ve ne kötüydü ki bu ismi, içeri giren herkesin burnunu sızlatacak parfümlerle almaya çalışıyorlardı. Onlar "güzeldi". Çünkü birkaç insanın gözüne hitap ediyorlardı. Onlar "zengindi". Çünkü sadece paraları vardı. Yanlarından geçerek, onlardan pek de farklı olmayan arkadaşlarımın olduğu masaya doğru yürüdüm. Nerede kaldın, dediler. Trafik işte, dedim. Halbuki yürümüştüm. Yanlarına oturdum ve içecek bir şeyler söyledim. Üç kadın ve ben de dahil olmak üzere iki erkek vardı masada. Küçücük bir şeye atılan kahkahalar, bunu yapan kişinin cevapsız kalmaması içindi ve söylenen sözler her zaman tartılarak söylenen, bilindik sözlerdi. Birisi bir şey yaptığında, daha yakın olan diğer iki arkadaş göz göze gelir ve bir şeyler konuşurlardı bakışarak. Belki onu kınarlar, belki dalga geçerlerdi. Ve zamanı gelince bunu yapanlar da aynı şeye kurban olurlardı. Hepsi samimi olduklarını düşünüyorlardı ve bunu düşünmekte bile samimiyetsizlik yatıyordu. O masaya oturduktan sonra ben de onlar gibi davranıyordum, onlardan biri oluyordum sanki. Kayıp mı oluyordum, yoksa insanın bilinçli olarak kaybolması, kaybolmak sayılmaz mıydı? Var olmak için kayboluyordum, sanki var olmaya mecburmuşum gibi. Zaman geçiyordu ve onların samimiyetsiz gülüşleri ve sözleri sona eriyordu.

Artık kalkıyorduk, önden kadınlar aşağı indi ve vedalaştıktan sonra o üçü aynı yöne doğru gitti. Ve ben diğer arkadaşımla kaldım. Yüzünde iğrenç bir gülümseme ile, güzel kızlar, dedi. Benden bunun hakkında konuşmak için yüz bulmaya çalışıyordu. Eğer onu olumlayan bir şeyler söyleseydim iğrenç bir sohbete başlayacaktı. Beraber oturduğu ve yüzüne güldüğü arkadaşlarının arkasından konuşacaktı. Duymamazlıktan geldim ve biz de dağılalım artık, dedim. O da birkaç saniyelik sessizlikten sonra hadi iyi geceler o zaman diyerek sokağın sonuna doğru kayboldu.

Şimdi gerçek anlamda biricik yalnızlığımla beraberdim. Ve bu yalnızlığımın içinde her zamanki gibi o da vardı. O, kalabalık yerlerde bana müthiş bir yalnızlık veriyor, yalnız olduğumda ise bütün dünyayı dolduruyordu. Gökyüzüne baktım, hiçbir karanlık bu kadar aydınlık olamazdı. Ne çıkardı aynı toprağa basamıyorsak, zaten sınırlar çizilmişti bilmem kaç yıl önce, duvarlar örülmüştü insanların arasına. Peki ya gökyüzü öyle miydi? Kim duvar örebilirdi gökyüzüne, kim engelleyebilirdi en kuytu köşelere ulaşmasını? Ve biz aynı göğün altındaydık. O uçsuz bucaksız gökyüzü bizi sarıyordu ve tenimizde birbirimizin ellerini hissediyorduk. O, içimdeki, bu dünyada hâlâ gerçek bir şeylerin olduğuna dair umutları yaşatıyordu. Ve bende tam tersi bir etki yaratan böylesine ikiyüzlü insanların varlığını bir kez daha hissettikten ve onların yanından ayrıldıktan sonra, yolda yürürken düşündüğümü; yani insanların sıradanlığını, başka gözler üzerinden kırarak onlara değer verişimi sorguluyordum. İnsanlara bu şekilde bir değer veriş... Bunu hak ediyorlar mıydı, hak edenler yok muydu, bir insanın bunu hak edip hak etmediğini anlamak ve sonra ona göre mi davranmak gerekiyordu veya herkes bunu hak eder miydi? Yoksa o mu biricikti? Belki de ben müthiş bir yanılgı içindeydim. Başkalarının gözünden baktığımı düşünüyordum ama belki de bu büyük bir yanılgıydı. Kendimden kurtulamıyordum. Başkalarının gözünden bakabilseydim, o zaman da insanların bunu hak edişini sorgulamaya gerek kalır mıydı? Şartsızca değer vermeliydim. Ne yaptığına, nasıl biri olduğuna bakmaksızın... Çünkü ne kadar kötü olursa olsun, ne kadar hataları olursa olsun, birileri için illa ki önemli olan insanlar vardı. Ve belki de bu insanların hatalarını, kötülüklerini bilmiyorlardı ya da bilmek istemiyorlardı. Hayallerindeki ruhları, beğendikleri bedenlere giydirmeye çalışıyorlardı. Her ne şekilde olursa olsun bu insanları da görmek isteyenler, onların da yanında olmak isteyenler vardı. Onlar da birileri için önemliydi, hak etmeseler bile.

Zihnimdeki düşüncelerin başımı ağrıttığını hissediyordum. Hiçbir şey düşünmeden eve doğru yürümek istedim. Yapamadım.