1.
acının üstünden bir gece geçti, geride basit bir yalnızlık.
döndük pürüzsüz yüzüne yaşamın, asit döktüler içimize,
gözlerimizde bir karmaşa, toprakta uyku, toprakta engerek,
kımıltısız bomboş bir dünya zehirlendi demek,
ses oldu ölüm, cesaret

uygun adım girerdik, cıvıl cıvıl tomurcuklarla bahara, ama
gerilimler yaratığı soluk fotoğraflara çerçeve olurdum sonunda,
bu kaçıncı sönüşüydü yangınımızın, yüz yüzeydik ve gözlerim
körlerle o karanlık zamandan geçmenin ıstıraplı tadıydı,
zaman zamana zaman da geceye çevrildi, gece uslamaz hüzne,
senin adın çalar saat olsun, yüreğin yas tutmasın sakın, çünkü
sabahlar ihanetten çıkmaz,
mutlaka ölümden başka söz verecek şey de var

odamda bir kitap açar gibi sığınırım gecene korkmazdım,
fener alaylarında balonlu çocuklardım cankurtaran sireni,
hiç ağlamazdım

kıvrım kıvrım belini ezbere bilirmişim, hani ince boynunu falan,
ilkgüz ışıkları kırılırmış, bildiğimiz ve bilmediğimiz,
uyurmuşuz yalın ve ıslak, akşamın ıssızlığında,
hüznümüz duvarda asılıymış, batak ve sapsarı,
susmak kutsalmış, ölüm de

ey küçücük çiğdemlerin kısık sesli aşkları
her köşe başında eriyenler ve zaman avucumda,
günübirlik yürürken o kadın kilisenin caddesinde
kollarımı çözmediniz,
akşamın sularında hüzün sıçrar serçelerin kanadına,
ucuna eklenir gecede o yaylım ateşi sevdalar, gökten sarkan,
dudaklarında bahçıvanın ılık bir karanfil tadı,
kadının göğüsleri kocaman bir gül ağacı,
ateş içimizde - kavgamızda çarmıha gersek bu kenti
neye yarar çünkü korsan ve sürgünüz


2.
yalnızlık bir iskele gibi gecede denizin köpükleriyle buluştu
tütün, rüzgâr, içki
yalnızlık benim gibi sevgiye kavuştu
beyaz ve siyah arasında, o kareden bu kareye, satranç taşlarıyla
geçtim hendeklerinden gecenin
alımlı buzullar, kıtalardan, anadolu uygarlıkları
iyon, lidya, hititler kervanından
kapısını vurdum tanrılarının

kurşunî düşlerimde öfkeyle haykıran bir anlatı bir sarhoşluk
sarmalandı hüzünlerimize, toprağa ışık diye düştük

deniz çekildi mi gözlerin de çekilirdi ay gibi üzgün
ve bir aşk yenik kalırdı hep


3.
bir insan düşün nerede kim bilir ve nasıl
sancısı ne, neyin gizini çözer düşlerinde, nedir seçenekleri
yoksa intihar mı eder
şiir kırıntıları var yüzlerinde o sabırsız insanların
çiçekler gamlanır canevimde
erken ölmek ölmek değil ölümsüzleşmektir
ah çatlayacak sabrımız, sezgimiz yorgun demek

sıkışmış yüreğimize kim bilir ne kadar hüzün
yitik değil yarınlarımız, yeşerir elbet
dönüşümüz kesin değil
tanyerinde su, ateş, toprak, hava
alacahöyük A mezarında yatan seslen bana

dikey, yatay, çapraz (ölüm ışıklarını) boyadık
son soluğunda yıkıldı yere bir martı
düştüğü yerde bir uygarlık...