Yaşamdan hiçbir haz almadığım gibi yansımalarına büyük ilgi duyuyorum. Ruhumu bir kitabın içinde, bir filmde, bir fotoğraf karesinde arıyorum. Yaşarken hiçbir şey olmuyor benim için. Ne kuşlar uçuyor ne kuşlar uçmuyor. Ne bu caddeden birileri geçiyor ne telefonum çalıyor, arayan annem oluyor. Bu domates çorbasını ben içmiş olmuyorum bence, bunları benim yazdığım da söylenemez. Mesela dün o mekanda eski türküler mırıldanan da ben değildim. Çünkü ben yaşarken olmuyor hiçbir şey. Ben yazarken, okurken, izlerken, fotoğraf çekerken; bir fotoğrafa, bir 35 AMORS resme uzun uzun bakarken oluyor ne oluyorsa. Yaşamın içinde karşıma şiirler çıkıyor, gözlerinden tanıyorum şiir olduklarını. Ama onları yaşayamıyorum. Nitekim yaşamak ne demektir? Hiçbir fikre ev sahipliği yapmak da istemiyorum. Hayatlar geçiyor gözümün önünden, insanlar geçiyor. İnsanlar ilgiyle yaklaşıyor ellerime, ellerim benim mi bundan bile şüphe duyuyorum. Öyle soyut, öyle boyutsuz bir mekanda sıkıştırılıp bırakılmış ki manalarım. Bir zamanlar her daim yan yana olduğum o güzelim insanların kim olduklarını çoktan unuttum. Çayı bir gün iki, bir gün tek şekerli, bir gün de şekersiz içiyorum. Ben çayı kaç şekerli içtiğimi dahi hatırlamıyorum. Bir hastane koridorunda ne diye elimde ölümün panzehrini arıyorum ki ben? Hem de yaşama dair bir delil yokken elimde. Şiirler yazıyorum, romanlar siliyorum. Yalnızlığımı iki bardağa yarı yarıya paylaştırıp sabah birinden akşam birinden su içip dertleşiyorum. Bak bu duvarların hepsinin adı, hepsinin bir yeri var bende. Paketteki yirmi dal cigaranın ismini tek tek öğrenmeden içmiyorum. Prensip meselesi diyelim buna, yalnızlıkla uzaktan yakından seviştiği yok. Mesela o gün bir tanesi ısrar etti adını söylememek için, neymiş efendim öyle her önüne gelene ismini söylemezmiş. Yakmıyorum ulan seni dedim, bunu bok çukuruna bir attım; yapma, etme dedi ama yok, kafaya koydum bir kere. Kimse bana böyle davranamaz. Paketteki arkadaşları biraz korktular ama gönülllerini almayı bildim, kahvesiz çekmedim onları içime. Her neyse, size ne benim sigaralarımla olan ilişkilerimden? Bunlar özel hayatın gizliliğini ihlal ediyor, geçelim bunu. Uzun uzadıya konuştuğum bir insanı saatlerce dinliyor olsam da diyalog bittiğinde anlattıklarının hepsini unutuyor olmaktan büyük haz duyuyorum yine. Uzun lafın semerine vurmak gerekirse ben yaşamdan hiçbir bok anlamıyorum. Pek anlamak istediğimi de zannetmiyorum artık. Yaşamın yansımalarını tercih ediyorum. Ya da sanatın yansıması olan somut şeyler de ilgimi çekebiliyor. Bir evin bir köşesi sanki en sevdiğim bir filmden alınmış gibi geliyor bana ve beni o köşeye gömsünler istiyorum. Bu şekilde hiç tanınmayan bir şairin bir dizesine saatlerce baktığım oluyor. Bir fotoğrafın en altındaki zerdali ağaçlarındaki zerdalilerin bana hüzünle bakıyor olması beni mutlu ediyor. İnsanlar, onları anladığımı zannediyorlar. Çok okuduğumu, çok araştırdığımı, çok yazdığımı, çok izlediğimi zannediyorlar ama ben böyle bir şeyi asla kabul etmiyorum. Sizin gibi bakamıyorum, sizin gibi oturamıyorum, sizin gibi üzülemiyorum da işin açıkçası. Üzüntünün neye denk geldiğinden, kaç kilo yalnızlığa tekabül ettiğinden habersizim. Sadece şunu bilmenizi isterim. Her şeyi hissetmek, her şeyi anlamak ağır bir işkenceye vuruyor zihnimi. Bundan kurtulmaya çalıştım. Aranızda bulunmak büyük acı veriyor. Sanki yüzyıllardır yaşıyormuş gibi, sanki hiç doğmamış gibi, sanki hiç ölmeyecek gibiyim. Her şeyin yansımasında yüzümü buluyorum. Yansıyan birçok eser, birçok taş, birçok şey beni hayatta olmadığıma ikna ediyor. Bir insan bedenine hapsedilmiş topal bir kediyim. Sol ayağım yok, sağ elimi bir kazada kaybettim. İnsan sağ elini fikren ve zikren yalnızlıkla çarpışınca kaybeder. Koca dünya şimdi işe yeni başlamış, tecrübesiz bir fahişenin bacak arasında gidip geliyor. Ve yansımalar kurtarabiliyor yalnızca bu fahişeyi bu yaşamdan. Yani sanki dünya sadece şiirle, sinemayla, tiyatroyla, resimle, fotoğrafla güzelleşiyor gibi geliyor bana. Bu seviyede bir çaresizlikle yazıyorum bunları, ne olduğu hakkında bir fikrim olmadan. Örneğin şu an hissediyorum hayatta olmadığımı. Bazen bazı insanlar sırf oturup şiir yazsın diye koskoca kainatta bir odaya sıkıştırılmış olabiliyor, buna inanıyorum. Size kızmıyorum. Lütfen müsaade edin, biraz daha anlatayım. Yıllardır bir şeyler yazıyorum, fikirler üretiyorum, fikirler öldürüyorum. Bugün doğurduğum çocuğu yarın öldürüyor, yarın öldüreceğim çocuğu gömmeye bile eriniyorum. Böyle bir anneyim ben katıksız. Eminim tanrı da plansız yapıyordur bunları benim için. Bir açıklaması olmalı diyorum bütün bunların, tanrı ve insanlar beni bu his cehenneminde yalnız bırakmış olamazlar. Yaşayanlar tek kişilik cezaevlerinin içinde geliyor bu dünyaya. Burası öyle bir yer ki herkes ölümü yalnızlıkla öperken, herkes toplumun içinde kalabalığı oynamak zorunda kalıyor. Biliyorum, hepiniz çok yalnızsınız ve sizler de tıpkı benim gibi sadece yansımalarda var oluyorsunuz. Bazılarınız bunu fark etmiş olabilir -ki şanslılar mı bilmiyorum- ama bazılarınız hala yaşamı beyin ve testislerin arasında kalan bir maddede arıyor. Onların bacakları yok. Çünkü onlar oldukları yerde dururlar. Bir adım geriye veyahut bir adım ileriye gidecek ayakları yok.

Beni ufalayın, ufalayın, un ufak edin. Bir kitabın arasına serpiştirilmiş buğday taneleri kadar yer edeyim. Tek istediğim dökülmeyeyim birileri açtığında kitabı, kitabın sayfalarından. Kalayım, kalayım asırlar boyu. Ancak böyle ölümsüz olabilirim. İnsan bu ölümsüzlüğü öyle çok arzuluyor ki belki benim; yaşamın ölümcül olduğunu, yansımaların ölümsüz olduğunu bildiğimdendir bu denli yansımalara gizlenmeye çalışıyor olmam. Yansıya yansıya yine geçiyorum içinizden. Bu sayfaları kitaplığımın en eski kitabının arasında saklayacağım. Bugün yolumun üzerindeki ara sokaklarda bisiklet süren çocukları öpüyorum.

Bu temmuzda hava çok daha sıcak.


Temmuz 2018, Isparta.